29 Mayıs 2009 Cuma

Şöyle....

Yüzümün önünden saçları, sadece bira alacağım zaman kaldırmayı seviyorum. Saçımla beraber bira tükürmenin tadına doyamıyorum. Do some crazy diyor, bu minimal postu da burada bitiriyorum!

28 Mayıs 2009 Perşembe

Celtic kafası...


Irish kafalarını seviyorum. Biraya olan aşkları, o güzel aksanları, müzik kafaları filan, hep hastasıyım. Scottish kafasını da seviyorum. Aksan filan onlarda da şahane. Sanarım ben bu Celtic kafalarına hastayım. Hatta bak şimdi geldi aklıma, sanırım Scottishleri ve Canadianları birbirine çok benzeten bir kafadayım. Ha şimdi deseniz söyle niye benzettin, onu da söyleyemeyecek kafalardayım. Anlıyacağınız çok hoş kafalardayım.

Şimdi diyeceksiniz nerden geldin bu kafalara, şurdan geldim efendim. İnternette Irish Drinking Song diye aratıp bulduğum tüm şarkıların hastasıyım. Irish müziğe böyle böyle kaynadım. Geçenlerde de nette Irish Drinking Punk Songs diye bişey yakaladım, ona da hasta kaldım. Drunken Lazy Bustard diye şarkı vae lan, şahane. Size de tavsiye edeyim diye giriştim bu yazıya. Doğru yerlere tıklayabilirsem aşağıya bir örnek koyucam.

Bir de yazıyı yazarken aklıma şöyle birşey geldi. Şundan şahane tişört olmaz mı: önde AMAN SABAHLAR OLMASIN yazacak arkada da E artık olduğu kadar. Bence olur lan. Pek bir enfes olur hemde. Kendisini bunlardan istiyorum listesini huzarlarınızda ekliyorum efendim. Ekledim.

Aşağıda okul grupları konseri var, kampüs yine hoplamalarda zıplamalarda. Ben de gidip müsadenizle Iron Maiden Tribute grubunu yakalıycam. Headbang filan, şahane stress atmaca. Bu sebeple müsadenizi alyım efendim, öpüyorum herbirinizi.

Dropkick Murphies: Finnegans Wake


The Mahones - Drunken Lazy Bastard


p.s: Irish hatunları da şahane lan. Bkz.: Üstteki fotoğraf.

p.s.: Yazıya başlık koymayı unutmuşum, daha bugün fark ettim, insan bir uyarır yahu :)

24 Mayıs 2009 Pazar

Bilgisayar oyunları kafası


Efendim aslında başlıktan da belli olabileceği gibi, bu yazıda biraz bilgisayar oyunlarıyla olan ilişkimden bahsedesim var fakat, girizgahta bir hayli konu dışı yazıcam, ahanda yazıyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim, manita mevzusu konusunda kimseden yorum gelmemesi şaşırtıcı geldi bana. Birazda insanların bu konudaki görüşlerini merak ediyordum, konuyu bloga taşıma sebeplerimden biri de buydu. -Ulan o değilde yazıya büyük bir hevesle girdik, annem telefon etti, adsl bozulmuş, teknik desteği aramış, evdeki bilgisayarla yapıyor birşeyler adsl teknik desteğin yönlendirmesiyle ama, hadi bakalım, inşallah sağlam çıkar alet. Onu da geçtim, yazı kontrasyonum pek fena dağıldı- Fakat anlaşılan pek üzerine görüş bildirilesi bulunmadı konu. Dert değil pek tabii.

Onun dışında biraz da şenlik kafalarından bahsedesim var. Perşembe akşamından beri ilk defa ayığım, madem ayığım o zaman blog yazayım dedim. Perşembe Okan Üniversitesi'nin şenliğine gittik, Nil vardı. Fenaydı. Nil iyiydi de, şenlik leşti. İnsan sayısı az, olan insanın kalitesi yüksek değil filan, tekrardan Sabancı'da okuduğuma mutlu oldum. Ha tabi bi de Okan'ın içeriye biletsiz almayız demesi ama 50 metre ilerdeki tellerden okula pek rahat girilebilmesi. Bütün güvenlik ekibinin festival sebebiyle telleri melleri bırakıp konser alanında olması filan, Okan güvenlik stratejilerini bir gözden geçirsin. Cuma ve cumartesi ise bizim şenlik vardı. Cuma kafa o kadar güzeldiki Özgün konserinde dahi hayvanlarcasına kopmanın hazzını yaşadım. Zaten kayış bir yerden sonra öyle bir koptuki, black-out gecenin uzunca bir kısmı. Neyse, cumartesi ise heyecana devam. Cumartesi Jukebox, Hande Yener, Duman ve Mirkelam vardı. Hande Yener'de sike sürülecek ses olmadığı bir kez daha kanıtlanmış oldu. Jukebox ve Mirkelam pek eğlendirdi, Duman ise kendini pek geliştirmiş, son albümden çaldıkları parçaların müzikaliteleri pek iyiydi. Takdir ettim. Ayrıca sahneleri özlemişim, onu da fark ettim. Kaan'ın Seattle kafaları. Neyse, sabah 6da uyumak suretiyle işin cumartesi gününü de aradan çıkardık. Pazarı da cumartesiden geçen tedarikle atlattık, ahanda işte şu anki kafamla blogu döşüyorum.


Şenlik kafaları böyleydi, şimdi geri dönelim bilgisayar oyunları mevzusuna. Malum bilgisayar oyunları filan burdan bahsettiğim birşey olmadı hiç. Fakat bugün bir arkadaşın gazıyla Braid ve Grim Fandango'ya sardımki, müzikte olduğum gibi oyun deryasında da feci oldschool olduğumu kendime yeniden kanıtlamış oldum. Braid yeni bir oyun. İnanılmaz başarılı bir arcade. Şuraya tıklayıp deneme sürümünü indirip bir oynamanızı tavsiye ederim, fakat sanırım DirectX 9 yüklemeniz lazım. Yeni sürümler mevcut olsa da DirectX 9'un yüklenmesi gerekiyormuş bilgisayara.



Yukarıdaki video ise kendisinin trailerı, hikayenin muhteşemliği hakkında pek ipucu vermese de, en azından oyun hakkında önemli bir tat bırakıyor damakta. Oyunu buraya taşımamın diğer sebepleri ise son dönemde gördüğüm en yenilikçi oyun olmasının yanı sıra, inanılmaz keyifli çizimleri. Simple is the best mevzusunun muhteşem kullanımı. Zira oldschool olduğuma da ordan kanaat getirdim. Sene olmuş 2009, hala Baldur's Gate, hala Diablo, hala Grim Fandango, hala Half-Life. Sıkılmıyorum da.

Yeni oyunlara girişemiyor olmamın sebebi gerçi bir yerde donanım yetersizliği tabii. Fakat yeni oyun oynayasım olsa sıkı bir tasarrufla alınmıycak şey değil yeni bir bilgisayar. Bizim 4-5 yıllık kerata gayet iş görüyor hala. Neyse efendim, asıl bir de kendimi bir türlü anlamadığım şey, misal, Grim Fandango örneğinden gidelim. Oyun esnasında inanılmaz eğleniyorum fakat, oyunu açma konusunda acaip sürüncemede kalıyorum sürekli. Resmen oyun oynamaya dahi üşeniyorum. Aynı şey sinema filmleri için de oluyor. Tembelliğimin film izleyemez, oyun oynayamaz seviyeye gelmesine sanırım sinirlenmeye başladımki bunları yazıyorum. E tabi adventure oyunlarının ekstra yoruculuğu ve hatta Fandango evreninin ağır sürrealliği de buna etken tabii ama, ne bileyim, bana irdelenmesi gereken birşey gibi geliyor bu oyun oynamaya dahi üşenme durumum. Eh oturup kendi kendime konuşup oda arkadaşımın "deli mi lan bu" diye bana bakmasına sebep olmaktansa, dedim bloga yazayım, hem de şenliğin şunun bunun ardından bir yazı girmiş olup yeniden blog kafalarına koşturalım istedim. Koşturdum, mutluyum. Kalın sağlıcakla.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Manita mevzusu


Lan piyasaya bakıyosun, feci manitalar var. Maşallah memleketim kızı nasıl bir evrim içersinden süzülüp geldiyse, pek bir güzeller bu ara. Baharın gelmesi ve hatta geçmesi de pek tabii beni bunları söylemeye itiyor olabilir, inkar edemem. Fakat arkadaş, birini tavlasan diğerine haksızlık olacak, ya da birini tavlasan aklın diğerinde kalacak. Yazık.

Böyle bir yaklaşımım var benim. Bir manitan var diye kendini diğer manitalardan soyutlaman anlamsız. İnsanlar bana sen aşkı yaşamamışsın hacı filan diye çıkışıyor. Neymiş efendim, aşkı yaşasam gözüm başkasını görmezmiş. Doyasıya siktir çekmek istiyorum kendilerine. Siktirimi çektikten sonra da üstüne soruyorum, biraz aşağıda "Selamon'a tişört yaptırmaca" diye bir post var. Hatta buyrun size post için direkt link. E şimdi sen aşkı yaşamış insan, manitana delicesine aşık olsan da, elinde o bir litrelik bol köpüklü bira bardağıyla duran ve enfes göğüs dekoltesi veren sarışın ablaya yazmıycan mı? Cevabın hayır yazmıycamsa, ne biçim bir dünyan var lan senin?

Şimdi bunları okudukça "ulan ne abazaymış pis herif" diye düşünenler oluşuyordur aranızda. Oluşmasın efendim. Bu durumun abazalıkla filan alakası yok. Tamamen felsefi değerlerle olayın altını doldurabilirim. Hatta bu konuyu eşle dostla konuştuğum zamanlarda baya üşenmeyip bak şu psikoloğun şöyle bir lafı var filan diye de anlatıyorum. Size anlatmıycam tabi o kadar detaylı, üşeniyorum zira. Fakat şunu belirtmekte fayda görüyorum, insan evladı, özellikle de erkek tek eşliliğe programlanmış bir yaratık değil. -Bu noktada özellikle erkek dememin sebebi bir erkek olarak sadece kendimin, yani bir erkeğin dinamiklerinden haberdar olmamdır. Yoksa seksist bir tutumum filan yok, hatun da aynı şekilde düşünüyor olabilir ama o konuda yargıya varmak bana düşmez-

Bunu illaha cinsel ilişki bağlamında düşünmeyin. Bir hatuna yazmanın dayanılmaz hazzını filan getirin aklınıza. Evde istiyorsa Liv Tyler beklesin. O hatunla tanışma faslı, güzel sözlerle onu etkileme kısmı, hatunun iltifatlarınıza karşı böyle gerdan kıra kıra konuşması filan. Hepsi güzel anlar. Siz hatuna kur yaparken kendi egonuzu dolduruyorsunuz, hatun beğenildiği için kendi egosunu dolduruyo. Baya bir "win win" durumu var ortada. Olayı ister yatağa kadar götür, ister ben gül yüzlümü aldatmam de o güzel muhabbetten sonra ayrıl ortadan. Nesi yanlış bunun? Buradan tutucu manitalara sesleniyorum, rahat bırakın lan insanları, bırakın erkek erkekliğini, kadın kadınlığını yaşasın. Yazıktır.

Bu görüşlerimi her daim her yerde savunuyorum. Aldatmanın felsefi bir boyutu olduğunu, aldatan erkek ya da kadının derhal "suçlu" olarak algılanamayacağını herkese söylüyorum. Bunu söylediğim kızlar genelde benden kaçıyor. Haklı olabilirler, daha ilişkiye başlamadan seni aldatıcam diyen bir adam ürkütücü olabilir. Fakat işte yanlış algılıyorlar. Kimseyi aldatmıyorum ben, sadece hayatı yaşanması gerektiği gibi yaşıyorum. Aldatma v.s. olarak görülen şeylerin aslında ne kadar doğal insan reaksiyonları olduğunu savunuyorum ve bu savunumda haklı olduğuma dair de son derece katı bir düşünce sistemine sahibim.

Kaldıki şu da bir gerçek, dünyanın en on numara manitalarından biriyimdir. İlişkilerim daima uzun sürer, son derece centilmenimdir, iyi dinlerim, iyi konuşurum ve evet, götüm Kaf Dağı'nda falan filan. Kısaca benimle birlikte olan, belli bir zamanı paylaşan bir kız asla benden nefret ederek ayrılmamıştır. Ayrılma sebebimiz daimi olarak aynı, benim çabuk sıkılmam. Fakat buna rağmen beraber geçirilen süre iki taraf için de oldukça değerli olmuştur. E bu durumda ben Y'ye kur yapmışım, B'yi içmeye dışarı çıkarmışım filan gibi durumların ilişkiyi zedelemesi gereksiz değildir de nedir ama? Selamon'la beraberken on numara mutlu musun? Mutlusun. E bırak allah aşkına erkeğim elimden kaçıyor triplerini de rahatına bak. Hayır bir de tembel adamımdır, hayatta beceremem aynı anda iki kız idare etmeyi filan. Bırak bir gecede biraz ego tatmin etsin insan evladı.

Öyle işte. Aslında bahar geldi geçiyor, etrafta cillop gibi manitalar salınıyor temalı bir yazı yazacaktım ama, parmaklar klavyeyle buluştumu benim konunun nereye gitçeği hiç belli olmuyor. Fakat önemli bir yazı çıkarttığımı düşünüyorum. Zira dünyanın her yerindeki her insanın kendince belli görüşleri olduğu bir konu üzerine kendime dair bir kaç cümleyi sizlerle paylaştım, rahatladım.

Efendim bu seferlik de bu kadar diyor, "lan bahar ne ilginç mevsim" diye düşüne düşüne huzurlarınızdan ayrılıyorum. Erkek ya da kadın olmak fark etmez, cinsiyetinizin getirdiği güzellikleri sonuna kadar yaşayın efendim, bırakın bu gereksiz toplumsal kalıpları. Aha bu da son sözümdür konuyla ilgili.

p.s.: Lan bira ve kadın ikilisine bayılıyorum. Yukarıdaki fotoğraf Oktoberfest'ten. Yazıda link verdiğim posttaki fotoğraf da aynı yerden. Demek oluyorki çantayı hazırlayıp Almanya'ya gitmenin vakti gelmiş. In beer we trust ulan.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Selamon dinlemece


Efendim afişten de belli olabileceği gibi, bu yazı aslında bir nevi reklam yazısıdır. Bildiğin salı günü djlik yapıcam Thales Bar'da, onun reklamını yapıyorum. Ha ama reklam meklam derken, ufaktan bir de müzik yazısı çıkartır mıyım? Yok lan, ne çıkartıcam.

Thales'teki programımın adından da belli olabileceği gibi, olayımız rock and roll efendim. Salı günü 70ler ve 80lerin asi sesi dolacak Thales'in içine. Seviyorsanız beklerim. Hoş sevmiyosanız da beklerim, en azından bir uğrar iki bira içersiniz, nedir yani.

Ha bi de bugün İTİCON'daydım, bir hayli zaman sonra DND oynadım. Özlemişim. Böyle clericli, wizardlı, rougelu, fighterlı tam klasik frp partisiydi. DM birgün de bitmeyeceği için olayı iki güne yaymış, en son bir odada mumyanın biriyle baş başa kaldık, devamı yarın sabaha. Mumyada taşaklı yaratıktır DND evreninde, birimizin götünü kesmesse oh ne ala.

Bak şimdi konu konuyu açtı, nerden nereye aktı. Türkiye'de frp niye küçük bir kesimde sıkışıp kalmış durumda lan? Ankara'da, İzmir'de, İstanbul'da conventionlara gidip duruyorum, yüzler hep aynı ulan. Etrafıma bakıyorum, frp oynayan insan sayısı kısıtlı. Oysa çok da güzel bir oyun yahu. Rol yapmaca desen içinde, hayal gücü desen içinde, strateji filan kasayım desen içinde. Fakat yok arkadaş, bir türlü yayılmadı oyun ülke sathına.

Bir de sterotype durumumuz var tabi. Uzun saçlı mısın, rock/metal hayranı mısın, frp insanısın o zaman. Gerçi öyle olması hoşuma gitmiyor da değil hani, ne lan o, Eminem dinleyen frpci mi olurmuş, görsem vururum vallahi ağzına ağzına. Neyse, öyle işte, yazının sonunu bağlamakla uğraşamıycam, zira garip bir yazı oldu zaten. Bi de şahane karpuz var, biraz daha gecikirsem şahane karpuz olmayacak içerde gibi korkulara sahibim. Gidip karpuz yiyip eurovision izleyeyim, göbeğimi filan da kaşırım, oh şahane. Hadi öptüm anacım hepinizi.

p.s: Ermenistan'ın şarkısının sesi geliyor bu arada içerden, beğendim lan, güzel yapmışlar)

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Selamon'a tişört yaptırmaca


Sağ alt tarafta twittiyorum malum, ben twitter'a yazıyorum, çat orda çıkıyor. Güzel birşey blog ve twitter'ın böyle senkronize olması, seviyoruz. Neyse, takip ediyorsanız işte orayı, geçenlerde bir yerlerden bulduğum birayla alakalı sözleri paslamıştım. O sözlerin gözlerden kaçmasını istemem, beni bir hayli eğlendirmişlerdi, e sizi de eğlendirirler muhtemelen. Hem gülelim eğlenelim lan, nedir yani.

Tabii bunun dışında bir başka amacım daha yok değil. Bu sözler aracılığıyla bir nevi bir bunlardan istiyorum listesi oluşturmak. Hani doğum günüme daha 3 aya yakın bir süre var ama, sizin içinizden gelir, bana hediye almak istersnizi filan, aşşağıdaki özlü sözlerimizden bana tişört yaptırabilirsiniz efendim, katiyen hayır demem. Tabii ben tasarımcı değilim, bana kalsa düz siyahın üstüne beyazla ampül gibi yazdırırım o yazıları, tüm tasarımım bundan ibaret olur. Olurda siz böyle tasarım filan patlatıp da bir tişört yaptırıp bana armağan ederseniz, oha tadından yenmez. Olmayacak duaya amin diyor, birayla ilgili o güzel özlü sözlerimize geçiyorum efendim...

"rehab is for quitters" (favorim hehe)
"she looked good. last night."
"i am gonna get drunk and be somebody"
"
i am not alcoholic i am drunk alcoholics go to meetings."
"i won't come home drunk i wont come home drunk iwillant com home drunk iwilna brom hom dunk iwina dunk hum brump."
"beer is the reason i wake up in the morning"
"
for beer I'm working for beer I'm fighting for beer I'll do Whatever I have to" (Korpiklaani'nin "Beer Beer" şarkısından)
"
Fuck you I'm drunk and I'll going to be drunk till next time I drunk" ("Fuck you I'm Drunk" adlı Dropkick Murphies şarkısından)

Ahanda böyle. Muhtemelen tişört hediyesi gelmez ama, ben size bir kaç tane pek güzek drinking song armağan edeyim, şen şakrak olalım buralarda. Tepeyede şöyle güzel bir bira resmi bulurum şimdi, oh daha güzeli var mı be? Bira denen şey insanı ne mutlu kılıyor, seviyoruz kendisini. Hadi gittim, size şarkılarla keyifli dakikalar.

Korpiklaani - Beer Beer


Flogging Molly - Drink And Fight


Bard's Tale - Beer Song


Dropkick Murphies - Fuck You I'm Drunk

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Hadi bakalım...


Bugün akşamüstü bizim sözlüğün sevilen genci Doruk'la muhabbet etmekteydim. Zamanında site kurucam filan diye gaza gelmiş bu, gitmiş gunduztarifesi.org adresini satın almış. Benim de kaç zamandır aklımdaydı, lan selamon.com'u alsam mı diye. Tabi bir yandan da merak etmiyor değildim, alıp ne yapıcaktım, götüme mi sokucaktım filan, aklımda dönüp duruyordu bu fikirler. Sordum Doruk'a dedim lan alıyım mı selamon.com'u? Abi dedi durduğun hata. Bu bana böyle gazı verince baktım fiyatlar da uygun, dayanamadım aldım http://www.selamon.com adresini. Hepimize hayırlı olsun.

Şimdilik domain masking için kullanıyorum sadece kendisini. Tıklanıldığı zaman blog açılıyor. Yalnız yakın gelecekte -tabi ben yakın gelecek diyorsam bu normal insan zamanında yıllar sonraya tekabül edebilir- şöyle basit, şirin bir anasayfa yapıp twitter, blog ve deviantart'a link veresim var. Milleti bu üçü için ayrı ayrı darlamaktansa, direkt "www.selamon.com"un reklamını yaparım, cillop gibi akar gider işte.

Ya işte öyle. Okuldayım şimdi. Atladım benim emektar VosVos Şemsi Tortor'a geldim okula. Yukarıdaki de kendisinin fotoğrafı. Sözüm ona sabaha yetiştirmem gereken paperı daha rahat kafayla yazıyım filan diye geldim okula ama, tıpkı bu blogun ilk yola çıktığı gündeki gibi, papera başlamamak için böyle abidik gubidik saçmalıyorum işte burda. Siz de okuyosunuz filan. Ne güzel lan. Çok geç yakaladım blog kafasını ama, sevdim vallahi. Neyse, yeni alan adımız yeniden hepimize hayırlı olsun diyor, aynen kaçıyorum. Öptüm anacım.

10 Mayıs 2009 Pazar

Sabahlara kadar Marx anlatasım var

Uzun zamandır blogda sadece video paylaşamı yaptığım bir giri yayınlamamıştım. Blog yazmaya ilk başladığım dönemlerde yapıyordum bunu arada sırada. Gerçi daha 3 ay ya oldu ya olmadı yazmaya başlayalı. Blogu düzenli okuyanlar hatırlar işte, işin bu kısmını uzatmanın gereği yok.

Konuyu niye açtığıma gelecek olursak, bugün Facebook'ta inanılmaz bir video yakaladım. Okyanusun ötesindeki, yeni kıtadaki insanların yaptığı bir mevzu. Bush'la dalga geçmişler. Bush'la dalga geçilmesi alışılmadık bir konu değil, fakat bu gerçekten muhteşem olmuş. İlk izlediğimde bir hayli gülmeme sebep oldu. Buyrun, önce videoyu gömeyim, sonra sözlerime biraz daha devam edicem:



Görüldüğü üzere kelimenin tam anlamıyla epik! İlk başta amacım sadece videoyu yayınlamaktı. Fakat sonra içme bir kurt düştü, Fenasi'nin pek popüler blogu 5posta'nın da son yazısı internet özgürlükleri filan olunca ve ben de bu yazıyı yazmadan önce onu okuyunca, depreştim, sadece videoyu yayınlamakla yetinmemeyi seçtim.

Baştan söyleyeyim, buradan sonra okuyacaklarınız tamamiyle yüzeysel bir iki tespitten ibaret. Okuyasanız yoksa okumayın, darılmam. Fakat arkadaş, ne kadar laf söz etsem de, yıkmak için uğraştığım düzenin salt temsilini gerçikleştirse de, Markxist gözlüğü bir kenara attığımız zaman Amerika'yı demokrasinin gerçek kalesi olarak görmemek elde değil. İşte tam bu noktada da, demokrasinin işe yaramazlığını anlamamak mümkün değil.

Kurtuluş demokraside, demokrat olalım dünyanın amına koyalım, ah bir şu demokrasiyi anlasak diyen siz güzel insanlara sesleniyorum efendim. E al işte, dünyanın en demokratik ülkesi Amerika. Adam bir seçimde 20'nin üzerinde değişik makam için oy kullanıyor, senin Türkiye'de en çok mühür bastığın seçim yerel seçim, onda da en fazla 5 kere mühür basıyorsun. Adamlardaki seçmen, oy hakkı, hede hödö kültürünü sen düşün. Adam ulusal televizyonunda başkanına göt diyebiliyo, isteyen nazi partisi, isteyen komünist parti kuruyo, kimsenin sesini çıkarttığı yok. Hatta Hasan Bülent Kahraman'da demişti bir dersinde, dünyada demokrasiyi uyguladığı iddia edilebilecek tek ülke Amerika diye.

E ne oldu? Hani demokrasi çözümdü. Demokrasinin kalesinde evsizlik ulusal kültürün bir parçası halini almış. Açlık sınırındaki insanlar o kadar çokki olağan gözle bakmaktan başka bir şey yapan kalmamış. Ülkenin en önemli sosyal yardım grupları kiliseler haline gelmiş. Finans sistemi çökmüş, tüm dünyaya karşı dik olan tek süngüsü petrol kalmış. E sikiyim ben böyle ülkeyi. Ha diyeceksiniz ki abi bak Avrupa. Sokarım Avrupa'sına. Daha dün Fransa'da banliyöler ayaklanıp yakmadı mı arabaları? Siz sanıyor musunuzki adamların tek derdi azınlık olduğu için aşağılanmasıydı. Açtı yahu adamlar. La Haine adlı filmi izlemişsinizdir hepiniz, benim yeniden anlatmama gerek yok. Ha izlemediyseniz de lütfen bir izleyin, bir bakın o gıpta ettiğimiz Avrupa'nın banliyödeki hayatlarına.

Peki çözüm mü ne? Ne olacağdı, devrim elbette. Baya bildiğin sosyalist devrim hemde. Sakın bana insanın doğasına filan aykırı diye gelmeyin. Necmi Erdoğan'ın editörlüğünü yaptığı "Garibanlık Halleri" adlı akademik çalışmayı bulup okuyun. Bulamazsanız bana söyleyin ben elimde pdf'i olan kısımları bir yere upload edeyim. Daha fazlasını isteyenin kaypak orta sınıf olduğunu bir daha görün.* İnsanların sadece başına sokabilecekleri bir ev ve sağlıklı yaşayabilmerine yetecek yiyeceği hayatın nirvanası olarak algılamak zorunda bırakıldıklarına şahitlik edin. Yazdıkça sinirlendim lan. Fakat düşündükçe de sinirlenmemek elde değil. Nasıl bu kadar vurdum duymaz bir insanlık oluştu tüm dünyada aklım almıyor. Liberalizm bu kadar mı boyadı insanlığın gözünü? Ne yapalım canım ölsünler açlıktan demek bu kadar mı kolay geliyor herkese?

Benim aklım almıyor ey okur. Marx kalkmış neredeyse 200 yıl önce söylemiş, ancak bu böyle gitmez demiş, sömürü devam etmez demiş. 200 yıldır insanlık bu kadar mı kör kalır, bu kadar mı sağır kalır bu muhteşem filozofun söylediklerine? Gerçekten kavrayamıyorum. Sabahlara kadar oturup birilerine Marx anlatıp tekrar tekrar bu tarifsiz ideolojiye hayran kalmak istiyorum. E ama dinlemiyeceğinizi de iyi biliyorum. O yüzden bu yazıyı da burada bitiriyorum. Dediğim gibi, bunlar tamamiyle yüzeysel bir kaç tespitti. Gerçi önce bir video paylaşımından tespite, ordan da iç dökmeye döndü ama, bir anda böyle bir dinamizm kapladı içimi, yazı akıp gitti, burda da bitti. Hadi öptüm.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Twitter kafası


İçimde ne fırtınalar kopuyordu bulaşsam mı şu "twitter" sikine bulaşmasam mı diye.... sağ alt tarafa doğru bakacak olursanız göreceksinizki, bulaştım amına koyim. Daha fazla karşı koyamadım webin bu bir anda patlayan yıldızına.

Şimdi tabi haklı olarak "ulan bulaştın da bize mi bulaştın a sikik, twitteceksen git efendi gibi twitt, ne ütülüyosun kafamızı" diyosunuzdur bana oralardan. Fakat öyle deme sevgili okur. Uzun zamandır aklımda "twitter kafası" başlıklı bir yazı yazma fikri vardı. Bu blogu okuyanlara, yani sizlere sormak istiyordum, twittsem mi, twittmesem mi diye... sorana kadar twittmeye başladım.

Peki neden bunu size sormak istiyordum? Çünkü bir takım endişelerim ve motivasyonlarım vardı bu konuyla ilgili. Mukayese esnasında yardımınızı arzuluyordum. Temel korkum şuydu, "ulan ya ben bu twitter bokuna fazla sararsam da blogu boşlarsam?". Buna karşın temel motivasyonum ise şöyle birşeydi: "Bazen aklıma bir, bilemedin iki cümlelik şeyler geliyor. Ulan bundan blog yazısı çıkmaz diyip hiç buraya gömmüyorum. Bu gömemediklerimi gömmek için bir mecraya ihtiyacım var, twitter bana bu alanı yaratır düşüncesindeyim."

Sanırım motivasyonum, korkuma baskın çıktı. Ya da hadi daha gerçekçi olayım, sabahın 3 küsüründe yapçak birşey bulamayınca bünye twitter'a sardı. Bu arada bilmeyenler için bir de twitter'ın ne olduğunu bildirelim. Efendim bu olay "what are you doing right now?" sorusuna cevap arayan bir olay. Her post için 160 karakter sınırınız var. Böyle kısa ve öz yazıp gömüyorsunuz. Tabi ben şimdi böyle primitif anlatınca pek iştah açıcı gelmedi size, biliyorum. Fakat korkma ve tıkla sevgili okur, Wikipedia'nın o güzel deryasında, bir de twitter'a doğru kürek çek. İlginç ayrıntılar var.

Şimdi onu bunu bırakalım da, hayatımın en bütünlükten uzak ve devrik yazılarından birini ürettiğim şu anları şöyle birşeyle bitirelim. Bu yazıyı okuyan herkes, zahmet olmazsa, yazının yorumlar kısmına, eğer varsa twitter "username"lerini yazsın. Madem buralardan takip ediyoruz birbirimizi, bir de oralardan bakalım neler varmış eteğin altında. Olmayanlar da, eğer lütuf ederlerse, twitter hakkında neler düşünülüyorlar, bir çıtlatıversinler yazının yorum bölümüne. Böyle interaktif bir şekilde bitirelim, ben de artık gideyim. Saçma sapan bir yazı oldu zaten. Hadi öperim.

8 Mayıs 2009 Cuma

Ortaya karışık


Ulan yazmıyorum yazmıyorum, sonra yazmadım diye kendime kızıyorum. Hayattaki düzensizliğimi bloga da taşıyorum. Hayır istiyorumki fişek gibi olsun buralar, her gün birşeyler girilsin, en azından haftada 2-3 yazı konsun filan ama, ulan arkadaş ben daha doğru dürüst okulumu okuyamazken, doğru dürüst blogu nasıl tutayım, ben de haklıyım tabi.

Şimdi başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu yazımızın belli bir konusu yok. Ortaya karışık çekicez. Usta çek ortaya bir karışık ızgara. Yanına da rakı açtırırız, şöyle koyu kıvamlı, bol kaymaklı da bir yoğurt. Bol sulu bir çoban salatıya da çekip kızarmış ekmekleri bandık mı var ya, tadına doyum olmaz. Aha mallığa bak lan, kendi kendime ağzımın suyunu akıttım. Babadan uzak olmanın bir dezavantajı da işte, mangal muhabbeti çok dönmüyo. Baba geliyim oralara da bir mangala çıkalım be.

O değil de, 1 Mayıs'ta gerçekten 1 Mayıs alanındaydık, Taksim'deydik lan. 2007 ve 2008 mücadelelerinin ardından bu sene 1 Mayıs'ın tatil günü olması kazanımımız olmuştu. Elbette bununla da yetinmedik, yine binlerce insan yek vücud olup, bizim olup da bizden alınmaya çalışılan Taksim Meydanı'nı geri kazandık. Çok mutluyum lan okur. 32 yıl sonra Taksim'deki ilk kitlesel 1 Mayıs eyleminin katılımcıları arasındaydım. Bariz toruna torbaya anlatırım ben bunu.

Taksim demişken, bir zahmet şu linke de bir bakarsanız, yukarıdaki enfes fotoğrafın detayını öğrenebilirsiniz. "Yaratıcı Devrim Atölyesi" adlı grubun oldukça başarılı bir Taksim uygulaması kendisi. Detaylar verdiğim linkte, ben daha fazla uzatmayayım. Zira burdan bir başka oldukça başarılı çalışmaya geçicez... Ne mi o çalışma, ahanda şu:

biber from mas kara on Vimeo.


Efendim yukarıda gördüğünüz video, Roll Bando adlı grubun "Biber Dolması" şarkısının videosu olmakta. Grubun gerçekten başarılı parçaları mevcut. Hazır 1 Mayıs filan demişken, işin içine bir de bu şekilde çaktırmadan -oha nereye çaktırmadan, bariz göze soka soka- grup tanıtımı yapayım dedim. Grubu ben de çok yeni tanıyorum. Yukarıdaki video Facebook'ta dönüyordu, çok beğendim, üşenmedim araştırdım. Haliyle herşeyi bulan Google bunu da bulmakta pek zorlanmadı. Ahanda size grupla ilgili daha detaylı bilgi alabileceğiniz link.

Eh bu seferlik de bu kadar efendim. Aklımda bir iki konu daha var. Onları bu yazı da kullanmayıp haftanın ilerleyen günlerine yaymak istiyorum. Böylelikle hem daha rahat okunan, daha kısa yazılar yazmış olurum, hem de yazma aralıklarım çok uzamaz. Maksimov da tavsiye etmişti bunu, hatta şey demişti; "kısa ve sık yazsan, mermi tadında olsa" demişti. Güzel şeyler diyen bir insan zaten kendisi. Neyse, yeter bu kadar. Öpüyorum efendim hepinizi.

p.s.: Ulan o değilde, şu son 1 Mayıs'ta anıtın o güzel halinin, hani çeşitli gruplara mensup yoldaşların bayraklarıyla anıta çıktığı o muhteşem halinin bir türlü fotoğrafını bulamıyorum ya, benim de içimi o yakıyor be sevgili okur. Bulursan o fotoğrafı ve benimle paylaşırsan tadından yenmezsin biliyorsun di mi? Bilmiyorsan da bil derim ve giderim. Hadi hoşçakalın.