28 Nisan 2009 Salı

Sığınamadım


Eh malum, bir önceki yazının başlığı sığınamıyorumdu. O başlığın üzerine ve hatta o yazının üzerine sanırım en uygun başlıkta ahanda bu yukardaki olurdu. Sığınamadım efendim. Duramadım yerimde. Kurdum kendimi, kudurttum kendimi, en sonunda yollara bir vurdum, pir vurdum. Çok şehir gezmedim aslında, sadece Eskişehir ve Ankara ama, biriktirdiğim anılara baktıkça, toruna torbaya anlatacak bir sürü hikaye çıktı be. Güzel.

Hayır şimdi hepsini burada tabiiki anlatamıycam size, zira o kadar çok şeyi yazmak mesai gerektirir. Ankara'ya ilk vardığımda sadece Eskişehir ayağını anlatayım dedim de bir arkadaşa, yok, ömrümden ömür gitti. Düşünün bir de onun üzerine Ankara ayağı eklendi filan. Üstüne üstlük malum burası gereğinden fazla kamusal, girmeyelim çok fazla derine. Yol hikayelerinin daha derinlikli anlatılarını isteyenler olursa, zaten eminim bir şekilde ulaşır bana. Ben şimdilik biraz ana hatlarına deyineyim.

Bu road tripin zaten binbir türlü şeye gebe olduğu daha yola çıkacağım günün sabahından belliydi, okuldan Kadıköy'e giden servisi kaçırdım. E onu kaçırınca ne oldu? İstanbul il sınırına 1.4 km mesafedeki kampüsten, yanımda Çek bir hanım kızımızla -Tereza- evime varmak için toplu taşımayı kullanmak durumunda kaldım. Biz geçtiğimiz mahallelere, geçtiğimiz mahalleler de bir Çek kızı ve küpeli bir erkeğe alışık olmadığı için hafif kültür şoku tandanslı yaklaşımlar yaşanmadı değil. Neyse efendim, nihayetinde kıza İstanbul'un hiç göremeyeceği yerelerini göstererek vardık benim eve. Fotoğraf makinemi alıp bir koşu trene yetişmekti amaç. Beni tanıyanların çok rahat bir biçimde tahmin edebileceği gibi, yetişemedik.

Elde trende içmek uğruna alınmış poşet poşet alkolümüz, bir Çek hatunu, bir de değişmez road trip eşlikçim Hazar kala kaldık istasyonda. Eh, sikilmiş götün davasını yapmayalım dedik tabi, akıllı insanlarız ne de olsa, 12.00'den sonraki ilk tren olan 14.30 trenine bilet almaya karar verdik. Ben biletleri alırken sırada arkamda duran bir kızımızla daha tanıştım. Baktım o da Eskişehir yolcusu, o da kaçırmış 12.00 trenini, dedim işte muhabbetli insan belli ediyor direkt kendini.

Tanıştık biz tabi derhal bu kızımızla, muhabbet filan, dedim gel burda bekliyeceğine 2.5 saat, gidelim sahilde içelim hep beraber. Dedi olur. E olur diyince indik sahile başladık hep beraber içmeye. Yeni arkadaşımızda Eskişehir'den İstanbul'a bir trip yapmış, geri dönme peşinde. İçmece filan derken, dedik artık bu treni de kaçırmayalım, istasyona geri döndük. Trenimize bindik, Hazarla beraber 2 kişi olarak planladığımız road trip bir anda oldu mu sana 4 kişi? Vallahi oldu. Ha ama güzel de oldu, itirazım yok.

Bol bol muhabbet sohbet, bol bol alkol, trende tanışılan ilginç bir Eskişehirli genç filan derken, bir bakmışızki Eskişehir'e gelmişiz. Kondüktör vagonları gezip Eskişehir derken adeta inanamadık, yol nasıl bu kadar hızlı geçti kavrayamadık ama, bir şekilde vardık işte. Eskişehir'de iner inmez Tereza'yı hızlı trenle Ankara'ya yollamaktı amacımız, zira kendisinin planı o yöndeydi. Fakat tabii trende sarhoş olması planlar arasında değildi. Dedi ben böyle gidemem Ankara'ya. Zorla göndericek halimiz yok, 22 sularındaki diğer hızlı trene bilet aldık, iyi dedik gel o saate kadar takıl bizle sonra gidersin.

Yoldu, alkoldü filan derken acıktık tabi biz. Sağolsun yeni arkadaşımız dedi gelin şu börekçi güzeldir, gittik. Fakat nasıl asılıyoruz böreğe belli değil. Güzeldi o börekçi amca, burdan sevgilerimi gönderiyorum kendisine. Sevgilerimi aldıysa, geçiyorum hikayenin kalanına. Şimdi biz Eskişehir'e indik ama, tabi yol bilmiyoruz iz bilmiyoruz filan, sağolsun yeni yol arkadaşımız bizi kalacağımız eve götürmeyi kabul etti. Başladık yürümeye.

Sanırım Eskişehir'in en güzel yanlarından biri bu, her yere yürüyerek gidilebiliyor lan, bayaa başarılı bir özellik. Yürüdük mürüdük, vardık biz kalacağımız yere. Yeni arkadaşa dedim hayatta bırakmam. Dedi yahu evime gideyim, evim var barkım var, dedik olabilir, fakat gel bi misafirimiz ol. Neyse, o gece de öyle başladı. Bir ara Tereza'yı trene bindirip geldi Hazar filan. Kaldık 4ümüz. 4ümüz dediğim yeni arkadaşımız Gizem, Eskişehir'de misafir olduğumuz arkadaşımız Emre, Hazar ve ben.

Muhabbet bu 4lüyle gece 1e kadar filan sürdü yamulmuyorsam, sonra Gizem gitti. Alkol filan ne varsa tüketmişiz tabi bizde de kafalar iyi. Saat 3 gibi lan işkembe dedim, Hazar harbi lan işkembe dedi, o anda uyuyan ev sahibimiz Emre işkembeyi duyunca evet lan işkembe diyerek uyandı filan. Başladık sabahın 3ünde işkembe aranmaya. Eskişehir'in en iyisi Onur İşkembe'dir, o da garın ordadır dediler ama, tabi bizim sabahın 3'ünde oraya yürümeye niyetimiz yok, Urfalı 7 Kardeşler diye bir yer bulduk. Daha doğrusu bulmadık, Emre zaten var olduğunu biliyordu, biz sadece işkembe sattığını keşfetmiş olduk. Onu bunu bilmem de, o çorbaları içince bir hayli mutlu olduk, o mutlulukla eve dönüp yatıp uyuduk. Hatta, Hazar ve ben uyuduk, Emre sabaha kadar heykel yapıp okula gitti.

Eskişehir'deki ilk gece böyle gelip geçti. Yuh, yazana kadar imanımı da gevretti. Bak kararsız kaldım şimdi devamını yazsam mı yazmasam mı? İnsan yoruluyor hafız. Zaten karnım aç. Arkadaşı aradım, hazırlansın bi yemeğe gidelim. Döndüğümde belki devam ederim. O hazırlanana kadar biraz daha anlatıyım hadi.

Öğlen sularında uyandık. Tabi karnımız aç hayvancasına. Emre'de geldi o sıralarda. Ben de Eskişehirli bir diğer arkadaşı -Deniz- aradım, dedim hazır buradayız, buluşalım. Gittik önce yemeğimizi yedik. 3ümüzde İstanbullu olunca, İstanbulluğumuz tuttu tabi, Taksim Büfe diye bir yerde indirdik mideye kumruları. Sonra ver elini Sokak Bar. Deniz orda, yanında Murat diye bir arkadaşı. Muhabbet sohbet filan. Emre ben çok yorgunum diye eve döndü, biz kaldık orda. Akşam 10a kadar filan Sokak Bar'daydık sanırım. Arada sırada Metucon'dan v.s. tandığım Eskişehirliler'le karşılaştım orda içerken filan. Fakat en önemli husus sanırım İpek'le tanışmam oldu. İpek denen insan, baya böle insanlar üstü bir insan filan. Resmen aşık olunsun diye yaratılmış. Pek 10 numara bir varlık. Neyse, ordan çıktık gittik Ares diye bir bara. Canlı müzik filan, bol bol kafa salladık. Eskişehir seyircisi çok sikkoymuş, zerre kafa sallmıyormuş onu görmüş olduk filan. O geceyi de böylece devirdik.

Eskişehir'de 3. gün. Uyandığımızda Emre evde yoktu. Taksim Büfe'yi arayıp sipariş istedik. Yemekler yendi. Duşlar filan alındı. Bir ara Emre geldi. Akşama kadar Emre'yle muhabbet sohbet, akşam dedik hadi birader dışarı. Emre, abi ben yorgunum siz takılın filan deyince, biz iki İstanbullu daldık Eskişehir sokaklarına. İpek'in izin günüydü. Haliyle Sokak'a gitmesek de olur düşüncesi var akıllarda. Fakat tabi bilinen de başka yer olmayınca dedik bir gidelim. Aaa bir baktık İpek orda içiyor. Gittim yanına, muhabbet sohbet filan. Dedi rock/metal aranız iyiyse Piccolo'ya gidin siz. İşte o tavsiyeyle yepyeni bir yola adım atmış olduk. Eskişehir'e her gittiğimizde muhakkak uğrayacağımız bir barla, Piccolo'yla tanıştık.

Piccolo'yu özel yapan pek birşey yok. Küçücük bir bar. Fakat içerdeki herkes bir metalhead kardeşliğine bürünmüş durumda filan. Bayaa bir muhabbet sohbet döndü. İşin en önemli yanı, Piccolo'da Guitar Hero III oynanabilmesi. Oyun resmen barı birbirine kaynaştırdı. Barın işletmecisi Özhan'la da şahane muhabbet kurduk filan. Sabah 2'de barı beraber kapattık. Orda tanıştığım arkadaşlarla o saatten sonra sanırım açık olan tek bara, yani Up and Down'a gittik. Daha içeri girer girmez enfes bir insan evladıyla daha, adını hatırlamadığım o muhteşem hatunla, Rastalı'yla tanıştım. Bak hala hatırladıkça yüzüm gülüyor. İçeriyle ilgili daha detaylı bilgi için lütfen yazara danışınız.

Bu arada yazının ortalarında bahsettiğim yemek mevzusunu gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Benim emektar Şemsi Tortor -74 model bir Vosvos- bu hafta benimle. Madem benimle hemen okulun en güzel kızını yemeğe götürmem lazımdı. Evet evet, sırf belki burayı okur filan diye yağcılık yapıyorum şu an. Okusana lan, bak okulun en güzel kızı filan dedim. Hehe, neyse.

Öyle işte, Up and Down'ı da kapattık biz. Kapıda hemen hızlı bir gruplaşma, konuşmaca filan, planlar yapıldı başladık yeni arkadaşlarımızın evine doğru yürümeye. Sabah 6ya kadar filan takıldık o evde. Ulan baktık sabah olmuş, dedik bari gidip kendi evimizde yatalım. Ya ya, Emre'nin evini kendi evimiz kadar benimsedik. Gittik yattık evimizde.

Öğlen sularında uyandık. Eskişehir'de son anlarımız. Dedik madem geldik, çiğbörek yemeden gitmeyiz. Önce garın orda bir yerde çiğbörek yedik. Beğenmedik, sonra meşhur Papağan'a gittik. Duvarda yazan müessesemizde çatal/bıçak bulunmamaktadır yazısına pek bir şaşırdık, ama çiğbörek lan işte, elle ye gitsin tandansına da soğuk bakmadık. Papağan'a gelmeden önce bir Sokak Bar'a uğrayıp İpek'e herşey için teşekkür ettim. Papağan'dan sonra da Piccolo'nun işletmecisi Özhan'a uğrayıp teşekkür ettim. Nihayetinde, Eskişehir günlerimi de böylece sona erdirdim.

Fakat dur durak bilir miyiz efendim, nereye biliyoruz? Hızlı trenle 1.5 saat civarında süren bir yolculukla vardık Ankara'ya. Hızlı tren hoşuma gitti bu arada. Gerçi bizim eski trenler kadar rahat değil ama, en azından film gösterimi filan var. Ha 1.5 saatlik yolculuğun son yarım saatinde film gösterimine başlamaları biraz ilginçti tabi, ona da değinmeden geçemiycem. Götler bi de mis gibi Asterix filmi açtı, izleyemeden indik, çok içimizde kaldı.

Ankara'da inip metroyla Kızılay'a geçtik. Hazar'ın arkadaşı Hande bizi Şaman Bar'da bekliyordu. Gittik buluştuk. Orda da Meltem diye bir hatun kişiyle tanıştım, kafayı yiycek gibi oldum. 4 günde bu kadar harika 3 kızla tanışmak çok gelmişti bana. Bir şekilde akıl sağlığımı sağlam tuttum ama, zordu tabii bu durum. Şaman'da birer birşeyler içtikten sonra, kalktık ordan. Hande'nin arkadaşlarında kalmaya gittik.

Yeni ev sahiplerimizi pek sevdik. Bir hayli espirili, bir hayli keyifli çocuklar. Gece girdiğimiz 90lar tribi hele beni benden aldı. Ulan ne şarkılar varmış 90larda aklımıza kazınan. Ortada kuyu var yandan geç, el salla el salla, bum bum bum daldan dala uçtum v.s. neler neler geliyor aklımıza. Öyle böyle derken yine sabahı ettik, yattık uyuduk. Öğlen 2 gibi kalktık, hep beraber ver elini yeniden Kızılay. Kızılay'da yeni arkadaşlar, yeni içme anıları filan derken, ööööf. Çok uzadı lan, baydım. Hayır daha bir sürü işim var okulla ilgili yapmam gerken.

Neyse, o gece Bahçelievler'de bir başka arkadaşımızda kaldık. Sabah istikamet ODTÜ. Haftasonu Metucon etkinliği vardı ODTÜ'de. İlk gün gittik frpmizi oynadık, oyunlar bitince Hazar'la gidip ODTÜ çimlerinde takıldık filan. Ben Gülce'yi gördüm. Yüzümde güller açtı. Gülce çok epik hatun lan. Vallaha. Senede bir görüyorum ama, her gün görsem yinede doyamam herhalde. Öyle güzel bir insan. Öyle işte. Geçelim. ODTÜ çimlerinin ardından hedef bu sefer Metucon kostümlü parti. Üşenip kostüm yapamayınca ben, ilk önce bir kağıda Göbek Adam yazdım, o kağıdı kaybedince de kostümünü unutan adam kostümüyle, yani bildiğin pantolon tişörtle ortalarda dolandım. O gece de ODTÜ'den arkadaşlarımız Buğra, Alican ve Mimar'ın evinde kaldık. Sağolsunlar, pek keyifli iki gece geçirdik bu 3lünün evinde. Hele pazar gecesi dönen saykonun tadı hala damağımdadır. Standart kuralı daha önceden bilmesine rağmen oyunu çözemeyen Buğra ve İlker'e selam ederim.

Son günde, Ankara'dan ayrılmadan önce bir de babama uğradım. Şahane ofis yapmış. Deri koltuklar filan, viskiyle karşıladı zaten. Baya şekil olmuş. Burdan kendisine yeni işi hayırlı olsun diyip, şu yazıyı bitirelim mi artık? Bence bitirelim lan. O ne anasını satıyım. Saat 20.00 civarında yazmaya başladım, 00.00 olmuş. Arada yemeğe gitmeler, odaya gelen arkadaşlar, aha bak şimdi de telefon geldi. Bir 10 dakika da öyle geçmiş. Neyse efendim, artık vallahi yeter. Bunaldım. Bitiriyorum. Zaten son gün yağmur mağmur yiyip grip olmayı da başardım. Artık şu okulun işlerine geri döneyim. Son olarak, muhteşem bir yol arkadaşı olan Hazar'a ve bütün bu yolculuğun son derece eğlenceli geçmesini sağlayan bütün Eskişehir ve Ankara insanlarına sonsuz teşekkürler. Road trip candır, yapın!

p.s.: Yanıma fotoğraf makinemi almama rağmen sadece 1 makara fotoğraf çektim. Daha fazlasını çekmeye bildiğin üşendim. Çektiklerimi de henüz tab ettirmedim. Tab ettirdikten sonra beğendiğim birşey olursa yukarıdaki karenin yerine eklerim. Fakat yukarıdaki kareyi de pek beğendiğimi belirtmek isterim. Hadi öptüm hepinizi.

5 yorum:

  1. Merhaba Oğlum
    uzunca bir aradan sonra yazmış olduğun ilk uzunca yazınada bir ilk ben ekliyeyim dedim ve ilk yorumu da ben yapıyorum. Gerçi bu yorumdan ziyade biraz fırça, birazda nas,hat tarzı olacak ama Baban olduğum içinde bu hakka sahip olduğumu sanıyorum.
    Gezmen değişik yerler değişik insanlar değişik kızlar tanıman güzel. Buna bir diyeceğim yok yok ama; senin baban kalp hastası, annen tarafında da bu hastalık var. Dolayısıyla iişkembe çorbası, çiğ börek, fazla alkol seni bozar dikkat etmen gerekli, Eskişehire kadar gidip oralarda eğlenmende sakınca yok ama; kuzenin Canan'ı aramayıp görmemen beni biraz üzdü.
    diğer bir konuysa Ankaraya gelip dönüşünün son 15 dakikası babana uğraman beni sevindirmiş olsa da, üzmediğini de söyliyemeden gecemiyeceğim.
    ama yinede tşk ederim babana uğradığın için
    sonuç olarak iyi ki, geziyorsun insanın hayatında KEŞKELERDEN çok İYİKİLER olmalı.
    Çünki; Anılar vardır kimisi insanı güldürür, anılar vardır kimisi de çooook öteye götürür düşündürür.
    Sevgiyle kal oğlum
    baban

    YanıtlaSil
  2. itiraf ediorum Eskişehir ilk günden sonrasını okumadım ama bi ara buluşalım içelim anlat =)

    YanıtlaSil
  3. Sarp'in babasi maca,
    bak yalan konusuorsam tas olayim beni su an orta yerimden catlattin...Selamon noolur Safak Bey'in kendi blogunu baslatmasina on ayak ol, bu camia kendisini kazansin. buyuksun, buyugumsun...

    YanıtlaSil
  4. -Vallahi baba ne desen haklısın, ama Ankara şurası yahu, gelirim elbet bir haftasonu yanına =)

    -Ali harbi içelim lan. Hatta bir fırsat olsa da sizin şu Ispanak'ın bir performansını izleyebilsem artık..

    -Maksimov'a katılıyorum. Baba senin de blog yazmanı hasretle bekliyoruz. Hindistan dönüşünü beklemeyelim bence, hemen başla.

    YanıtlaSil
  5. Merhaba Gewnçler ve benim gibi herzaman genç kalanlar.Bu camia beni zaten oğlumun bloklarına yorum yazmakla zaten kazanmıştır. Ama, birgün size söz veriyorum İstanbul'a geldiğimde bir araya gelelim. Benim de anlatacağım çoook yol hikayelerim var.
    Sevgiyle kalın genç ve çağdaş adamlar.
    Not bu yazım Konya dönüşü gece 01 de yazılmıştır.

    YanıtlaSil

yor beni, yorumla beni