20 Temmuz 2009 Pazartesi

Unirock Günlükleri


İlk önce sanırım şunu söylemek gerek, burayı düzenli takip eden herkesten özür dilerim. Sonuçta ufak da olsa bu bloga ilgi gösterdiniz ki, adınız izleyenler listesindeydi. Ben ise sorumsuz bir blog yazarı olarak, adını bu listeye ekleyenlere 30 gün boyunca sadece bir yazılık içerik sağlayabildim.

Oysa boş da geçmedi onca zaman. Misal tatil günlükleri hala buraya düşemedi. Düşmesini çok istiyorum fakat, inanın o enerjiyi kendimde bulmakta bir hayli zorlanıyorum. Sonuçta 2 hafta boyunca öyle dolu bir tatil geçti ki, insan neresinden tutup yazacağını bilemiyor. Hala da bir not defterim olmadığı için, günlük alınmış notları buraya aktarmak gibi bir rahatlığa da erişemiyorum. (Bu arada neden artık daha az yazdığımın bir özeti; yazıya 1 saat önce başladım, tam o sırada odaya bir arkadaş girdi, sohbet sohbeti açtı, anca geri dönebildim bloga. Yurtta yaşayıp da blog yazarı olmak zor zanaat.)

Neyse efendim, konum yok şundan yazamıyorum, yok bunu yazamıyorum değil. Mevzumuz başlıktan da açıkça belli olduğu üzere, Unirock! Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, 2005'teki Rock Republic festivalinden beri en keyifli metal festivallerini sunuyor bize Unirock ekibi. 2008'deki ilk Unirock, festival alanındaki abartılı fiyatlar ve güvenlik rezaleti dışında kusursuza yakın bir etkinlikti. 2009 Unirock'ta ise bizi üzen tek şey, yetersiz ses sistemi oldu. Bunda sanırım festivalin İstanbul'un göbeğinde olması da etken oldu, yeterince güçlü bir ses sistemi kurulmaması desibel sınırı yüzünden olmuş olabilir. Zaten konserlerin 12den önce bitmesinin de sebebinin bu olduğunu düşünüyorum.

Bunun dışında alanın küçük olduğuna dair eleştiriler vardı, ancak görüldüki alan adeta bu festival için özel olarak yapılmıştı. Katılımcı sayısı ve alan boyutları birbirini tam manasıyla karşılar nitelikteydi. Ayrıca Taksim'e 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde olması da, alanı başarılı kılan bir başka özellikti. Fakat alan sebebiyle oluşan ses sorunundan da yukarıda bahsettim. Aslında eldeki artılar, o tek eksiyi bir yerde götürmeye yetti.

Grup performanslarına gelecek olursak, artık eskisi kadar ateşli bir festival seyircisi değilim. Alt grupları izleyemiyorum. Enerjimi festivalin ağır topları için saklıyorum. Oysa eskiden müzik başladığı an sahneye gider, bütün grupları dinler, aldığım tada göre değerlendirir, headbangin, pogonun amına koyardım. Artık bu dediklerimi sadece headlinerlar için yapabiliyorum. Peki kimdi bu headlinerlar, -izlediğim sırayla- Arch Enemy, Catafalque, Rotting Christ, Kreator, Firewind, Amon Amarth. Festivalle alakası olanlar Paradise Lost izlemedin mi diyebilir, o da headliner sonuçta diyebilir ama, adamların yaptığı müzik bana hitap etmiyor yahu. Kendilerini sahneden uzakta, bankların üzerinde oturarak dinledim, izlemedim. Ayrıca ne yalan söyleyeyim, bariz baydım adamların müziğinden. Bir de kaçırdığıma üzüldüğüm alt gruplar var, UÇK Grind onların başındadır, Soul Sacrifice da fena gitmezdi. Onun dışında dişe dokunur bir grup göremedim festival programında.



Gelelim tek tek izlenilen grupları değerlendirme aşamasına. Sıradan başlayalım; Arch Enemy. Tek kelimeyle muhteşemdi. Angela Gossow bir metalheadin sahnede görebileceği en güzel şeydi. O güçlü duruşu, muhteşem vokal kabileyeti, seyirciyle olan etkileşimi adeta kusursuzdu. Bu arada biz erkek milleti olarak ne kadar Angela dediysek, kızlar da bir o kadar davulcu arkadaşın adını sayıkladı. Hayır şerefsiz de cidden yakışıklıydı lan, birşey diyemedim haliyle. Angela'nın ve davulcunun karizması mevzusundan sıyrılırsak, Arch Enemy bildiğimiz Arch Enemy. Death metalin en güzel icralarından birini izlettiler bize. İlk defa bu grubun sahnesini izleme fırsatım oldu ve bayıldım! (bu yazıya dün başlamıştım, günlerden salı oldu, ben daha anca burasına gelebildim, yurt hayatı blog yazarlığının bir numaralı düşmanı.) En kısa zamanda İstanbul'a tekrar gelebilmelerini diliyorum. Ki zaten onlar da bizden bir hayli hoşnut kaldı ve en kısa zamanda geri dönmek istediklerini söylediler. Dönerler umarım.



Catafalque ise elbette bir headliner sayılmazdı bu festival için. Fakat sevdiğim gruplar klansmanından girdiler izleme listeme. İyiki de izlemişim, sahnelerde pek göremiyeceğimiz bir şeye tanık olmuş oldum. Grubun gitaristi Arın, vokalist Özge'ye sahnede evlenme teklif etti. Eğlenceli dakikalardı. Öyle güzel bir anı paylaşmış olduk sevdiğimiz bir grupla. Ha onun dışında performansa gelicek olursak, Catafalque'ın daha iyi sahne performanslarını gördüğüm olmuştu. Unirock gibi bir festivale, daha özenli hazırlanmalarını beklerdim. Sıcağı bahane edebilirler ama, çok daha sıcak bir havada, Barışrock'ta harikalar yarattıkları daha dün gibi aklımda.



Festivalde komşudan gelen iki grup vardı. Bu gruplardan biri olan Rotting Christ sahnede harikalar yarattı! Türkiye'ye daha önce bir kaç kez gelmesine karşın ilk kez sahnesini görme fırsatını yakaladığım bu grup, Unirock'ta izlediğim en süpriz performansı sundular. Bu kadar başarılı ve seyirci etkileşimleri bu kadar yüksek bir grup olabileceklerini beklememiştim. Fırsatım olaydı da kendilerine bir teşekkür edeydim, ne kadar muhteşem bir iş çıkarttıklarını onlara belirtebileydim keşke. Fakat ufak bir iki denemeye karşın kulise giremedik bu festivalde.



Ve işte nihayet o an. Nihayet büyük efsane. Nihayet thrash metalin gönlümdeki en önemli 3 isminden biri. Nihayet KREATOR! Kreator'dan bahsetmeden önce, Paradise Lost'un bir şansızlığı Rotting Christ ve Kreator arasında kalmak oldu. İki dözül dözül grubun arasına, doom/gothic metal grubu karışınca, İngiliz abiler toparlayabilecekleri ilginin önemli bir kısmını kaybettiler. Herneyse, Kreator'a dönecek olursak; aman efendim ne haddima Kreator'u eleştirmek, performanslarını değerlendirmek. Petroza'nın o muhteşem sahne performansının ardından ben ne diyebilirimki? Thrash metalin ne olduğunu iliklerimize kadar yeniden hissettik. Öyle böyle değil. Özellikle Flag of Hate öncesi seyircilerden bir banner almaları, daha sonra kendi bayraklarını sallamaları filan, o an ruhu teslim etsem, niye ettim diye sormazdım. O derece efsanevi dakikalardı. Impossible Brutality setlistte yoktu, fakat her şarkısı ayrı bir efsane olan böyle bir gruba şunu çalmadın, bunu çalmadın demek olmuyo tabi. Kreator esnasında sağlam pogolar çıktı. Eğlenceliydi. Ancak Petroza seyirciyi moshpite davet ettiğinde bizim gençlerin sadece bağırıp çağırıp kafa sallaması biraz üzücü oldu. Fakat yine de, Kreator'u Türkiye'den memnun uğurladığımızı düşünüyorum. Zira memnun uğurlanmasalar 4. kere gelmezlerdi bizi ziyarete. Nice 4lere umarım. Kreator izlemek her zaman büyük bir keyif.



Komşudan gelen ikinci ziyaretçimiz ise, Firewind'di. Sağlam bir power metal ekibi. Stratovarius'u kendilerine idol olarak seçtikleri sahne hareketlerinden rahatlıkla belli olabilen bir gruptu. Bunu kendilerini kopyacılıkla suçlamak için söylemek istemiyorum, aksine, power metal camiasının çok önemli bir grubundan feyz alıp, bizlere oldukça keyifli bir performans izlettikleri için söylemek istiyorum. Sanırım komşu mahalleden arkadaşlarla ilgili bir de şu anektoda dikkat çekmek gerek, yurdumun yeni nesil metalcileri hep Firewind hastası lan. Firewind esnasında sahne önü ve sahne önünün hemen arkası 16-19 yaş arası gençlerimizle doluydu. Heleki teenager kızlarımız bayılıyor bunların gitaristine, şaşkınlıklar içinde kaldım şerefsizim. Herneyse, bir ara Firewind hadi bi moshpit dedi, ben şöyle bir etrafıma baktım, lan hep teenager. Dalsan kafası gözü yarılıcak çocukların. Fakat delikanlı çıktılar, hiç ses etmediler efendi gibi yaptılar pogolarını. Ben de pogo başlatmanın gururuyla vurdukça vurdum bunların ağzına, hehe. Bunlar işin geyik kısmı tabi, özetle şunu demek lazım Firewind için, yine gelsin yine giderim. Performansları esnasında bir hayli eğlendim.



Öyle böyle derken geldik festivalin en son grubuna. İsveç'ten viking rüzgarları estirerek çıktılar sahneye. Daha ilk çıktıkları anda bizi inanılmaz bir 90 dakikanın beklediği aşikardı. Rahatlıkla söyleyebilirimki tüm festivalin en karizmatik sahne duruşu ve sahne arkası bannerı Amon Amrth'daydı. Ayrıca ses teknisyenlerini de tebrik etmek lazım, çalan ekipler arasında en temiz ses düzeni Amon Amarth'daydı. Johann'ı sahnede izlemek büyük keyif. O dev haliyle bir de sahnede headbang yapıp şarkı söyleyince, adam iyice inanılmaz bir görüntüye ulaştı. Şunu eklemek lazım, grup elemanlarının müzikal performanslarının harikalığı kadar, headbang performansları da takdire şayandı. Bisin ardından son şarkıyı çalmak için geldiklerinde herkesin Death in Fire diye bağırmaya başlaması, gitaristin de gaza gelip bizle beraber bağırması ilginç bir not olarak hafızamda yerini aldı. Sonuç olarak elbetteki son şarkı Death in Fire'dı. Konserin ardından kulisin ordaki demirlerde toplanıp yaptığımız Amon Amarth bağırışlarına gitarist Johan Södenberg'in gelip bizlere imza vererek karşılık vermesi ise inanılmazdı. Vokalist Johan Hegg ise dakikalarca bağırmamıza rağmen yanımıza pek yaklaşmadı. Ekipten bir arkadaş Johan'ın çok yorgun olduğunu o yüzden gelemiyeceğini söyledi, e ama gelse şöyle bi görünse yeterdi be.

Genel hatlarıyla festival bu taddaydı işte. Headlinerlar kesinlikle muhteşem performans sergilediler. Rakınkok adlı yavşak oluşumun ise aynı tarihe denk gelmesi bizler için büyük şanstı. Bu sayede "hacı festival varmış hadi ortama akalım" diyecek insanlardan kurtulmuş olduk, hepsi rakınkok alanındaydı. Bizler ise 10binlerce metalhead, hep bir ağızdan haykırdık, hep beraber kafa salladık. Kampta kalmadığım için kamp alanının berbatlığından da etkilenmemiş oldum. Bu sayede festivalin tek yumuşak karnı olan Maçka Küçükçiftlikpark'ın eziyetine fazla katlanmamış oldum. Umarım gelecek dönemde daha iyi bir festival alanı keşfedilebilir ve herşeyiyle mükemmel bir festival elde edilebilir. Geçen sene Parkorman alan olarak muhteşemdi ama, orda da fiyatlar canımıza okumaya yetmişti. Umarım ikisinin dengesinin kurulacağı bir festival alanı gelir, metalheadler keyiflenir.



Kıssadan hisse olarak şunu yazıp bitirelim; iyisiyle kötüsüyle, festival ekibi teşekkürlerimizi hak etti. Bunca güzel grubu şu üç günde izlemek muhteşemdi. Sırada Testament var, thrash metalin efsaneleri, bekleyin beni!

1 yorum:

  1. Merhaba oğlum bloğuna festival tadında dönüşün de güzel. Özlemiştim seni.
    Baban

    YanıtlaSil

yor beni, yorumla beni