23 Şubat 2009 Pazartesi

Lan noluyo lan?!



Olum nasıl bir gün oldu şu iki gün lan, resmen gündem yorgununa döndük. Dünkü yenilgiyi saymıyorum bile, ki nasıl saymıyosun amına koyim. Skibbe'yi gönderdiler lan. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Fakat şunu kesinlikle söyleyebilirimki, Skibbe'yi sevmiştim lan ben, iyi adamdı. Bir de Gerets'le beraber en yakışıklı Galatasaray teknik direktörleri sıralamasında 1.liği paylaşırdı. Neyse artık.

Yerine kim geldi Skibbe'nin biliyon mu? Yukarıdaki fotoğraftan çıkartmışsındır bence ama ben söyleyeyim yine de, takım artık Bülent Korkmaz'a emanet. Yuvaya tekrar hoşgeldin ey büyük kaptan. Ha peki Bülent'in takım da başarılı olacağını düşünüyor muyum? Ne yalan söyliyim düşünmüyorum lan. Gittiği takımlarda doğru dürüst bir başarı yakalayamamış olması, maç sonlarında iki kelimeyi bir araya getiremediği açıklamaları filan, efsane kaptanı böyle görmek istemem. Ha ama olur da başarılı olursa acaip sevinirim. Pek güzel olmaz mı lan, manşete gel "UEFA kupası ikinci kez Bülent'in Ellerinde". Oha çok bomba olur.

Neyse efendim, onu bunu bırakın da, Private Sözlük kapanıyor lan. Ha diyeceksinizki "çok da sikimdeydi". Ha diyeceksinizki "o ne lan?". Siz de haklısınız tabii bir yerde ama, benim için önemli bir yerdi sözlük. Eş dost edindiğim, hayvanlarcasına vakit geçirdiğim, yazdığım, okuduğum güzel bir kominiteydi, özlüycem kendisini. Kapanmadan bir kendisine bakmak isterseniz şuraya doğru bir klik şey ettirirseniz, bakabilirsiniz. Yok bakmak istemezsseniz aşağısı Kasımpaşa efendim, siz bilirsiniz. Büyük kaptana tekrar hoşgeldin diyor, Skibbe'yi buruk bir şekilde uğurluyorum. Sözlüğü ise pek bir özleyeceğimi daha şimdiden hissediyorum, hayırlısı bakalım...

21 Şubat 2009 Cumartesi

Genç naber?


Ulan üç gün olmuş bloga girdi filan yazmayalı, hiçbiriniz de durup kanka yazmıyorsun bak 3 gündür, ya da ne bileyim, yazsana lan ayı filan dememişsiniz. Bence ayıp bu. İnsan arkadaşını yazmaya teşvik etmeli arkadaşım! Arkadaşım değilsen de etmelisin bence. Nihayetinde okuyorsun bu blogu, okurken kimi zaman eğlenip kimi zaman bir siktir git diyorsun bana filan. Fakat bir yorum gireyim, çocuk yazmıyor kaç gündür bir ses edeyim v.s., hiçbiri yok. Hayır oysa ben gayet iyi biliyorum psikopat gibi Pala Tayyip'i tekrar tekrar dinlediğini, yok yani ben kendim dinliyorum oradan şey ettim. Eminim sen de dinliyorsun. Manyağı oldum şarkının, ellerine sağlık yapanın.

Bırak şimdi Ankara halkını diyerekten yeni konulara akalım efendim. Buyrun akalım. Bu arada "bırak şimdi Ankara halkını" mevzusunu bilmeyen varsa, Kemal Kılıçdaroğlu ve Melih Gökçek tartışmasını yuutup'tan bulup bir izlesinler isterlerse. Yok lan ne izliycem diyorsanız, İ. Melih'ciğim köşeye sıkıştığı bir anda yumurtlamıştı bu lafı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olup bırak şimdi Ankara halkını demek ne güzel bir kafa lan. AKP ahalisinin alayı ne çektiyse ben de istiyorum ondan, ben de kafam öyle güzel gezmek istiyorum.

Bu arada yukarıda gördüğünüz fotoğraftaki kağıt parçaları, Gökçek Dolarları. CHP bastırmış kendilerini, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkan adayı Murat Karayalçın'ı desteklemek için. Harika bir propaganda aracı, çok takdir ettim. Reklamcı arkadaşlar görüp görüp ders çıkarmalı. Ha şimdi ben bu fotoğrafı buraya koyunca CHPli filan sanırsınız beni, aman diyim. Alakam yoktur. Kendi tadımızda yapıyoruz efendim biz siyasetimizi. Ne işim olur benim CHP gibi ırkçı ve nevrotik kişilik bozukluğu tadında bir Kemalizmi yaşayan partiyle.

Neyse annem, daha çok var ama 29 Mart'ta hepinizi sandığa davet ediyorum. Yerel seçimlerin kafası genel seçimlerden çok başkadır, yerel seçimlerde kullanılan oylar, gerçekten birşeyleri değiştirmeye muktedirdir. Zira meclise TİP'ten beri gerçek solcuları gönderemesek de, yerel yönetimlerde gerçek devrimcileri, gerçek solcuları başa getirmeyi başardık bir çok kez. O sebeple umursayınız bu seçimleri diyor ve tekbir alıp monşer avına çıkıyorum efendim. Hastanım lan Tayyip, kollarına sar beni, durma anlımdan öp beni. Hadi ben de sizi öptüm.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Pala Tayyip The Davos Fatihi



Efendim normalde katı kuralımdır, başka bloglarlarda yakaladığım içeriği, şu tazecik blogumda paylaşmam. Neden yapmam bunu, isterimki bloglar orjinal kalsın, herkesin blogu kendi içinde güzel olsun filan.

Fakat bugün Kaan Sezyum'un blogu olan http://sezyumcom.blogspot.com adresinde öyle birşey gördümki, efendim paylaşmasam çatlardım. Hemde böyle orta yerimden çatlar, sonra hiç durmaz ikiye ayrılırdım, çok üzülürdüm lan. Bana da yazık dedim ve paylaşamaya karar verdim. Buyrun efendim dinleyin:

Pala Tayyip:


Yurt kafası

Efendim sanırım dün de dönemin başladığından bahsetmiştim, biraz daha yurt kafasına yönelik bir bahsedişte bulunayım istiyorum bu yazıda. 2008 / 2009 Bahar Dönemi'nde yurttaki ikinci gecemizdeyiz efendim. Ne olduysa akşam 8de sızmışım ben, Bourne Identitiy izliyordum, ikinci cdnin hemen başlarında baya bayaa sızasım geldi, gittim yatağıma sızdım efendi efendi, hiç uğraşmadım.

Tabi insan akşam 8'de sızınca, gece 1'de uyanıyor ister istemez. Sonra sabaha kadar ne yapayım diye düşünüyor. Bourne Identity'nin ikinci sidisini izleyip kitap okuyarak yeniden sızasım var efendim. Sabah 9.30'da ders var lan, manyak mıyım anasını satıyım uyumuycam, sonra derse gidemiyorum filan. Biliyorsunuz son yazımda klasik öğrenci yeminlerimi ettim, en azından ilk bir iki hafta uyayım kendilerine, ayıp olmasın.

Kitap demişken, geçenlerde bir yazımda bahsettiğim Ahmet Ümit'in "Bâb-ı Esrar"ını okuyorum. Çok güzel kitap lan. Konya, Mevlana, Şems-i Tebrizi v.s. gibi mistik konular etrafında dönen, bir yandan da modern zamanlarda yaşanan bir sigorta soruşturmasını kendisine konu eden çok keyifli bir polisiye. Tavsiye ediyorum vallahi. Arada, yatmadan önce kitabı okuya okuya, nihayetinde rüyamda Konya'yı görmeyi başardım. Ne olmuş nasıl olmuş bilmiyorum ama bir şekilde Sabancı'dan Selçuk Üniversitesi'ne geçmiştim ve öyle birşeydi ki, okuyacağım kampüs Konya'nın bile 1 saat dışındaydı. Konyalılar alınmasın ama bir nevi kabustan uyanırcasına kalktım lan yataktan, benim gibi İstanbul aşığına yapılacak iş değil bu =) Ha ama yinede, ağzımda çok ilginç de bir tat kalmadı değil, herkes masterda yurtdışı ister, olur da okulu bitirebilirsem Anadolu istiyorum sanırım ben.

Yazıya yurt kafası diye başlayıp nerelere geldik yahu. Neyse, yurtta ikinci gecem işte bu dönem için, konserve gıdalar, hazır yemekler filan geri döndü. Bir de bol bol kafa olma imkanı filan. Yurt yaşamının öle bir yanı var, etrafta eş dost çok olunca kafa imkanı da bol oluyor. Bugün 8 gibi sızarken exchangeler partimsi birşeyler yapıyorlardı, 1 saat önce filan uyandığımda bitirdiler galiba, baktım, meh, pek ümit veren kız yoktu, hiç bulaşmadım hacı. Bir ara bir parti organize edilir, gerekli kısmına bulaşılır, şimdi uykum filan var. Aslında yok ama, gelicek umarım.

işte öyle efendim, azcık bılabıla yapıyım size istedi canım, iyi de oldu, ferahladım. Yazmanın bu kafası güzel zaten. Beynini böyle yazıya dökmek filan. Fakat girmiycem şimdi bu konuya, zaten yine milyon yerden, zilyon yere atladım, bir de bunla iyice canınızı sıkmayım. Hem tecrübeyle sabittir ki yazı uzadıkça okunma ihtimali düşüyor. Ayıp lan aslında yaptığınız, okusanıza lan alçaklar yazdıklarımı. Neyse hacım, hadi öptüm hepinizi =)

16 Şubat 2009 Pazartesi

Lan?!


Olum oha sabah ikinci dönem başlıyo bariz. Ersin Hoca'yla bu döneme giriyoruz. Çok fena lan. Yani Ersin Hoca fena değil tabii de, okulun açılması fena. Tatil iyiydi lan, seviyoduk onu biz. Arada haftasonu SUCON'u da kotardık, ona da değinmeden geçmeyeyim, bir hayli eğlenildi, kostüm partisi filan pek keyifli geçti. LARP ise çok epik olmuş öyle diyorlar, ne güzel lan. Conumuz var bizim, onu da çok seviyoruz. Yukarıdaki fotoğraf conventiona ait, bir kaç eksikli olmasına karşın con sonunda görevli ekip olarak çektirdiğimiz kare. Neyse efendim son olarak dönemin başlamasıyla birlikte, her dönem başında düzenli olarak söylenen öğrenci yalanlarını söyleyip, bu kısa yazımı burada bitiriyorum. Hadi üzülmeyim, sizi de seviyorum. Keranacılar sizi .... =)

Derslerime günü gününe çalışıcam, erken kalkıp tüm derslerime giricem, spor yapıcam, az içicem. Amin.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Bannerweb kafası

Efendim Sabancı Üniversiteli arkadaşlar bilirler, bannerweb bizim üniversitenin informasyon sistemidir. Öğrenciler transikriptlerine, ders programlarına, hedeye, hödöye kişisel ve akademik herşeye buradan bakarlar. En önemlisi, derslerini bu sistem üzerinden seçerler. Haliyle üniversitenin ders seçim günlerinde, 3500 kişi 100 kişi kapasiteli bu sisteme girmek için uğraşır.

Sistem kapasitesi talebin çok altında olduğu için, her ders seçim döneminde inanılmaz bir maraton başlar. İnsanlar sistemin açılış saati olan 9.00'dan biraz önce uyanıp bilgisayar başına yerleşir ve saatler 9.00'ı gösterdiğinde, hayvanlarcasına sisteme abanır. Çok göz yaşı, çok kan dökülmüşlüğü vardır bu süreçte. Efendim misal, benim 3 günlük ders seçim sürecinde msn nicklerim şu şekildeydi:

Selamon [Benim için bannerweb bitmiştir] - Bir daha da gelmem Sabancı'ya (şair burada olaya Tayyip tandanslı yaklaşıyor) (oha tandans dedi) (bu arada bu parantezler nicke dahil değil)
Selamon [Bannerweb 2 - Bannerweb'in intikamı] - Sinemalarda!
Selamon [Bannerweb 3 - Selamon'un Dönüşü] - FREEDOOOM

3. nickten de anlaşıldığı gibi, seçtim derslerimi rahatladım efendim. Aldığım bu derslerden biri, bu dönem ilk kez açılan "Political Psychology". Neyse efendim, biz bu dersleri seçen insanlar, bir yandan eşe dosta yardım ederken, bir yandan da msn başında muhabbet ederiz. Tüm Sabancı'nın bir arada olduğu ender anlardandır. Efendim ben bu sohbet esnasında, arkadaşa dedimki, Tayyip'e mail atmaya karar verdim, gelsin bu siyasal psikoloji dersine, çok ihtiyacı var, gidip bizi Brüksel'lerde, Davos'larda rezil etmesin artık. Kendisi de şöyle bir cevap verdi ki bu cevap tüm bu yazıyı buraya yazmamın sebebedir, "gelsin tabi, hatta hocadan van minüt van minüt diye söz istesin". Ehehe, çok güldüm lan, bence siz de gülersiniz diye düşündüm, yazayım dedim. Ahanda bu da böyle bir anımdır, öptüm anacım, hoşçakalın.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Naber lan blog

Olum en son üretemiyorum diye dalga geçer bir yazı girdikten sonra hiç yazmamışım, hafif ironik olmuş fakat fantastik 3 gün geçirdim ben o yazının ardından, dur durak bilemedim, haliyle yazılar giremedim blog, seni yalnız hissettirdiysem özür dilerim. Severim seni bilirsin.

Hani ben paragrafları, cümleleri filan ikide bir "neyse" lafıyla bağlıyorum ya, Metin Fidan okurken gördüm bugün, o da öyle bağlamış, sonra lan ne tembel adamım adam gibi sonuca ulaşmaktansa neyse diyip kestirip atıyorum, ayıp demiş. Bir yerde haklı lan. Ama neyse diye bağlamak da pek rahat be blog. Hem konudan konuya atladığım bu yazıları başka nasıl bağlarım onu da pek bilmiyorum, aslında düşünsem bulurum ama, ne biliyim lan, tembel bir adamım.

Neyse (yazar burda sırıtıyor). Geçen Cemel Süreyya'nın iki dizesine denk geldim bir dergide, ulan dedim ne büyük adam bu Cemal Süreyya. Sen şimdi tabi dizeleri merak etmiş olabilirsin, fakat dur bakalım biraz daha merak ettireyim seni. Hemen söylemeyince daha bir heyecanlı olma durumu filan var ya, hani bütün filmlerde, oyunlarda, romanlarda filan klasik taktiktir, hah, aynen onu uyguluyorum şu an sana. Ha dersenki "uygula amına koyim çok sikimde sanki Cemal Süreyya" ayıp ediyorsun derim. Süreyya olsun, Can Yücel olsun, ne bileyim bir Nazım olsun, böyle büyük şairlere denmez öyle şeyler. İyi iyi, tamam kısa kesiyorum ve dayıyorum dizeleri:

Kim istemez mutlu olmayı
Mutsuzluğa da var mısın?


Oha be Cemal Süreyya. Ne şahane iki dizedir lan bu, ben daha ne diyeyimki sana? Hayır demiyeyim zaten bir şey, sonra Cemal Süreyya'nın sözünün üstüne söz söyleyebilecek bir ukala gibi görünmek istemiyorum oralardan. Neyse efendim (yazar burada yine sırıtıyor), ben Cemal Süreyya'nın bu dizelerini gördükten sonra, nerden geldi bilmem ama, Nazım'ın "Tahir ile Zümre Meselesi" şiiri geldi aklıma. Şimdi kararsızım tüm şiiri mi yazsam buraya, yoksa direkt aklıma gelen kısmını mı? O yüzden biraz düşeneyim ben bu konuda. Evet şu an düşünüyorum. Düşündüm. Tamamını yazıcam lan, zaten uzun bir şiir değil, buyur:

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
Bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
Yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek
Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu
Ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zümre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
Ama o bunun farkında değildir
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir’i Zümre sevmeseydi artık
Yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


Öeh. Bu ülkenin o kadar büyük yazarları varki blog, o kadar önemli şairleri varki, okuyup da hayran hayran yığılmamak elde değil. Hazır Nazım'ın bir şiirini de bağlamışken, ampülüm, bıyıklım, Davos Fatih'im Tayyip'imin Nazım'a vatandaşlık hakkını geri vermek istemesiyle ilgili, Privatesözlük'e yazdığım bir entariyi de paylaşıyım seninle, sonra öpüp seni gideyim, hoşçakal blog:

1 mayısları devlet terörürü bayramı sanan, emekçilerin üzerine her daim şiddet unsurları kullanarak baskı kuran, halkın cebindeki her kuruşa göz dikip envayi çeşit zamlarla oradan alan, krizin faturasını halka ödetmeye çalışıp zengini daha zengin yapan bir türkiye devleti'nin vatandaşı değildir nazım. nazım türkiye halkının bir mensubudur ve bizim için daima o şekilde kalacaktır. işbu durumda, yapılan bu eylem, sadece işgüzarlıktır, oy peşinde koşmaktır.

bu ülke, bu halk, satılık değil!

6 Şubat 2009 Cuma

Üretemiyorum!

Tam bir açmaza girdim. Yaratamıyorum. Bir şeyler yaratmaya çalışan insanın lanetiyle karşı karşıyayım.... yok lan şaka. Nereye üretemiyorum amına koyim, hayvan gibi yazılar dolanıp dolanıp duruyor aklımda. Ha ama bunları yazmaya üşeniyorum o ayrı.

Şimdi size 6 - 7 saat önce aldığım bir kitaptan bahsedicem mesela, ama sadece bahsedicem. Onu da aslında kitaptan bahsetmiş olmak için değil de, kitapta gördüğüm bir sözü buraya yazabilmek için yapıcam. Direk sözü de yazabilirdin abi, bir kitapta gördüm desen yeterdi diyenleriniz olabilir, onlar da haklı bir yerde tabi ama sorarım onlara, böyle diye diye nereye varabilirdim ha? Olur muydu o zaman blog, yazılır mıydı bu yazılar? Bence olmazdı. O yüzden Tayyip'imin Davos'taki kıvamıyla elimin ayası 90 derece karşıya bakar şekilde ve kaşlarım çatık lütfen diyorum size. Lütfen, yazma işi tembelliğe gelmez efendim. Ha ama ben üşengeçliği tembellikten saymıyorum o ayrı.

Bu arada Kitap "Bab-ı Esrar". Ahmet Ümit yazmış. İyi de etmiş. Daha okumadım kendisini ama konu güzel. "Yedi yüz yıldır çözülemeyen sır; Şems-i Tebrizi cinayeti - Yedi yüz yıldır süren bir sevda; Şems-i Tebrizi ile Mevlâna" yazıyor arka kapakta. Fantastiğin ve modernin birleştiği polisiye bir kitap kendisi. Daha ne olsun lan, edebiyatta en çok sevdiğim iki tür iç içe. Bakalım okuyunca görücez, misal Orhan Pamuk'un tarihi ve polisiyeyi harmanladığı "Benim Adım Kırmızı" da çok şukelaydı. Ya da İhsan Oktay Anar'ın tarih, fantastik, polisiye, felsefe harmanı olan "Puslu Kıtalar Atlası". Of 10 numaraydı lan o kitap. Oha bu arada shuffleda Moonspell - Vampiria çıktı, teşekkürler şafıl.

Gelelim söze, söz şu: "Dünya rüya içinde rüyadır". Çok etkileyici olmadığını biliyorum, fakat bir Hint atasözüymüş kendisi. Hoşuma gitti. Hint kafası filan bir sürü alemlere daldım, şöyle geniş bir zihin gezisi yaptım da geldim. Hem size bunları da yazdım, güzel oldu o yüzden bence. Yani, nihayetinde beni düşündürdüyse ve ben bu düşünme eyleminden zevk aldıysam, siz niye almayasınız? Paylaşayım dedim öyle. Neyse efendim, son olarak Ahmet Ümit çok güzel bir yazardır, yakın durun diyor, bu blogu okuyan o öpülesi gözlerinizden öpüyorum. Bitti.

5 Şubat 2009 Perşembe

Öeh

Naber sevgili blog. Evet seni sabahın 4ünde dürtüyorum, belki de tatlı uykundan uyandırırıyorum ama yapacak birşey yok. Zira hemen arkamdaki yatağımda yatan bir sevdicek v.s. de olmadığı için, an itibarı ile elimde dürtebilcek bir sen varsın. Yoksa arkadaki yatakta yatan biri olsaydı inan şu an bunları söylemek için onu dürtüyor olurdum.

Sen şimdi tabi ne söylemek için seni dürttüğümü merak ediyorsun haklı olarak. Olabilir, beni de biri sabahın 4ünde dürtse ve "şşş hacı bak ne diycem" dese, diyeceklerini ben de merka ederdim. Aslında sabahın 4ünde dürtülüp söylenen şeyleri başında"şşş hacı bak ne diycem" kısmı olmasa da merak ederim sanki? Yani şunu demeye çalışıyorum, sabahın 4ünde biri beni hiç bir şey demeden dürtse, ben yine merak ederim mevzuyu. Ha belki mevzu yoktur, orasını bilemem.

Herneyse blog, gelelim sadete. Gelelim tüm bu dürtme mevzularını yapmamızın sebebine. Demin usul usul privatesözlük okurken, ki evet privatesözlük diye birşey var, ondan da bahsederim elbet bir ara ama şimdi değil. Neyse, ne diyorduk, hah, usul usul privatesözlük okurken ben demin, alttan da Metallica'nın son İstanbul konserinin kaydı çalıyordu ve ben o an şunu fark ettim blog, beyaz peynirli reçelli sandviçi çok seven insanlar var blog ve benim hayatta en çok şaşırdığım şeylerden biri de buymuş. Tayyip'in başbakan olması, yerel seçimler öncesinde beyaz eşya dağıtması filan, hepsini bir an bir yana koyup bu insanlara şaşırdım. Hımm bu arada bak bu da yazılmalı bence bloga, bir ara üşenmeyip bunu da yazarım ama şimdi yazmam. Belki uyanınca sabah kahvesi eşliğinde yazarım. Öyle.

Bu da böyle bir maruzatımdır blog. Hadi sana iyi uykular. Öptüm.

4 Şubat 2009 Çarşamba

YouTube'u özledin mi?


Bence çok özledin. Başbakan bile seninle dalga geçti, "ben giriyorum, sen de gir dedi" ama sen giremedin. Heleki blogumda ceylan gibi sekerken blogun muhtelif yerlerine yerleştirdiğim youtube videolarını açımadığın için adeta göz yaşlarına boğuldun. Gün geldi arkadaşın "hacı bak izle çok komik" dedi, sen ulan dur nasıl girliyordu bu YouTube'a diye kala kaldın.

Sadece YouTube mu? Torrent alemlerinin hızlı çocuğuydun, ama The Pirate Bay yasaklanınca Harlem'de bir beyaza döndün. Daily Motion kafasının hastasıydın, ama yasaklandığı gün sararmış yaprak izleyen emoya bağladın. Fakat dur! Tüm dertlerini bitiriyorum yaralı insan, bütün sorunların artık bir son buluyor! Nasıl mı? MAKAT sayesinde.

MAKAT deyince hemen heyecanlanma, pornolarda gezmen için yapmamış adam o programı. Kendisi "mahkeme kararı temizleme aracı"nın kısaltması. Bu ulvi mevzuya ulaşmak için burayı farenin alevli aşkıyla buluşturman yeterli. Siteye gir, dosyayı indir, yükle ve ey özgürlük!

Hadi bu kıyağımı da unutma. Herkes yapmaz bu iyiliği.

Bu arada resim de konuya ne metafor oldu, ne anlama uygun oldu be. Seviyoruz seni Tayyip, bak neler araştırıp buluyoruz sayende.

3 Şubat 2009 Salı

Zaman geçiyor, devran dönüyor

Böyle diyor bir güzel Bulutsuzluk türküsünde Nejat Abi. Ne de güzel diyor. Güneşimden Kaç albümünün 5. şarkısı veya Yaşamaya Mecbursun adlı konser albümünün 10. şarkısı olarak dinlenebilir kendisi. Dinlenmelidir de. Ha derseniz ben de yok bu albümler, edinin arkadaşım. Diyorsanızki edinemem, hadi benden size bir kıyak, koyuyorum bloga.

Neyse efendim, bir kaç gündür deliler gibi eski Bulutsuzluk türküleriyle mutlu oluyorum evimde. Yakın durmak lazım bu eserlere, pek güzel sözler pek güzel müzikler var. Sözlerimi Geri Alamam tandansından çıkartmak lazım Bulutsuzluk Özlemi'ni. Zira çok önemli eserleri var Nejat ve Sinan Abiler'in bizlere sunduğu. Sözler filan hep 10 numara.

Peki onca şarkı varken neden Devran Dönüyor'la açtım yazıyı? Şundan açtım efendim. Biraz önce penaltı atışları sonucu Galatasaray, Sivas'a elendi. İyi bir Galatasaraylı'yım ve futboldan pek haz ederim. İsteyen istediğini desin, futbolu entellektüeliteden uzak görmek, elitist körlüğünün en bariz örneklerinden biridir, onu da belirteyim. Neyse efendim, elenince dertlendim tabi ben. O an işte aklıma geldi bu Bulutsuzluk türküsü, geldim iki dinledim, huzura eriştim.

Bu arada, maçın sonunda sahaya o Filistin bayarağını diken Sivaslı kimdi göremedim ama, evde kendisini çılgıncasına alkışladım. Yine olsun yine alkışlarım. Ezilen Filistin halkına bin selam eder, yazımı da burada bitiririm. Sevgiler.

Bulutsuzluk Özlemi - Devran Dönüyor (Yaşamaya Mecbursun albümünden)

2 Şubat 2009 Pazartesi

Müziksel yaklaşım

Ben tabi bu blog olsun, deviantART olsun filan, bu ortamları pek geç yakaladım. Benim kaçırdığım süreç boyunca elalem almış yürümüş, pek enteresan şekiller, pek enteresan kafalar yakalamış. Bunlardan biri de blog oyunu mu desem, journal anketi mi desem ne desem, eğlenceli ama garip bir konsept. Bu konsepte müziksel bir yaklaşım da geliştirmişler. Hatta geçenlerde bir arkadaşım deviantART'da davet etmişti böyle bir mevzuya, ben de sizleri burada davet edeyim bakalım neler oluyor...

Şimdi efendim olay şu, öncelikle bir gruptur, şarkıcıdır filan seçiyorsunuz birini, sonra aşağıdaki soruları sadece bu seçtiğiniz elemanın şarkılarının adlarıyla yanıtlıyorsunuz. Ben yanıtladım, bir hayli zevkli. Bu blog girdisinin altında "YOR BENI, YORUMLA BENI" diye bir hede hödö var, gördün mü? Hah tıkla onu, sen de oyna bu oyunu. Böylelikle mevzuyu sürdürmüş oluruz, enteresan kafalara koşarız filan. Hadi eller havaya, önce ben...

--Pink Floyd

*Are you male or female?
Bring The Boys Back Home

*Describe your current relationship?
Echoes

*Where would you like to be now?
Ibiza Bar

*How do you feel about love?
Careful With That Axe, Eugene

*What's your life like?
It Would Be So Nice

*What would you ask for if you had only one wish?
Let There Be More Light

*Say something wise.
The Show Must Go On

Evet, şu kadarını söyleyebilirimki, her title birebir ne hissediyorsam onu anlattı, Floydian olmak güzel bir mevzu tabii. Dünyada bir grup var mı ki, tüm hayatı şarkılarında barındırabilsin. Dünyalı değilsin Pink Floyd, itiraf et artık bunu.. Diğer bir dünyalı olmayan grup için bkz.: Led Zeppelin.