30 Ocak 2009 Cuma

Bambaşkaymışsın Tayyip


Lan noluyo amına koyim? Dün Sabancı'nın ateşli gecelerini terk edip eve kesin dönüş yaptım. Gerçi iki hafta sonra tekrar Sabancı'dayım ama neyse konu bu değil. Merdivenlerden çıktım, çantayı filan odaya bıraktım, annem içerden bağırmaya başladı "oğul koş koş Tayyip yine coştu". Anam noluyo anasını satıyım diyip hemen salona koştum, mısır patlatıp izlemeye başladık başbakanı. Evet bizim evde böyledir, bizim evde Tayyip mısır patlatılarak izlenilir, filmden daha eğlenceli adam.

Neyse efendim baktık Tayyip coştu gidiyor, Peres'e giydirdikçe giydiriyor, yok efendim siz katilsiniz demeler, yok yaşlısın ama sesin çok yüksek çıkıyor hep suçluluk psikolojisi bunlar lafları filan. Güldüm ben bol bol kendisine. Daha bir kaç hafta önce Brüksel'de bir basın toplantısında yaptıklarıyla zaten kendisi diplomasiden bir haber olduğunu göstermişti bizlere, dünde tüyünü dikte işte. Bu arada Tayyip'ten Brüksel kafası için tık bana tıkla bana.

Devam edelim efendim. Şimdi bendeniz nacizhane siyaset bilimi okuyan bir vatandaşım. Bize burada öğretiyorlar işte, yok efendim diplomasi bir dildir, uluslararası ilişkilerin kendi öz teorileri vardır, ulus ulusa değmeden dil öğrenilmez filan. Tamam bu sonuncusunu söylemiyorlar ama, siz mantığı kaptınız. Uluslararası temansta bulunurken Kasımpaşalı dilini bir kenara bırakmak lazım işte. Ha ne yaptı Tayyip Davos'ta, gitti Peres'in ağzına ağzına Kasımpaşa kafası vurdu. Ha diyeceksiniz oh iyi oldu. Olur mu lan? Olmadı tabi.

Şimdi şöyleki, bu çıkış bildiğin hamasi bir çıkıştır, sinir yönetimi konusunda bariz problemlenleri olduğu belli olan RTE, "ananı da al git" kafasını Davos'a taşımıştır. Bu kafalar bu ülkeye itibar kazandırmaz efendim, mahallenin delisi rolünü yükler sadece. Tayyip'im pek bir afillim aslında çok doğru birşey söylemeye çalışmıştır, Filistin halkının katledilmesine karşı durmak istemiştir, zira bizim kızdığımız bu değil. Peres'in orada tabiri caizse itin götüne sokulması gerekir. Fakat o iş bu şekilde yapılmaz, yapılamaz efendim. Başbakan doğru şey nasıl yanlış söylenirin örnekli şekilli eğitimini vermiştir efendim.

Ha gelin birde üslubu boşverip içeriğe değinelim. Ey başbakan sorarım sana, sen orada Peres'e katil derken, sen orada Peres'e çocuk öldürmeyi seversiniz derken, çıkıp biri sana sorsa, o katiller ülkenizdeki eğitim uçuşlarıyla eğitiliyor, o katillerin elindeki silahı sizin ülkeniz satıyor dese, o zaman ne diyecen be Kasımpaşalı'm eli maşalım? Zira daha ertesi günü beklemeden, akşamından sabahına 12 saat bile geçmemişken direkt Peres'i arayıp özür dilemeler filan. Yapma be paşam, yapma be anam, yandan çarklılığının açık göstergesi değil midir bu hareketler?

Efendim İsrail'e karşı durmak demek, Davoslar'a gidip boş boş konuşmakla, "ananı da al git" kafasına sarınmakla olmuyor be. İptal et o anlaşmaları, iptal et eğitim uçularını öyle gel, alkışlamayan en adi. Fakat işte lafla peynir gemisi yürümüyor. Bakıyorsunuz Venezüella'ya, adamlar saldırıların ertesi günü İsrail büyük elçisini "persona non grata"* ilan etti. Sen yapabiliyor musun böyle? Yok yapamıyorsun. O zaman bırak oralarda laga luga konuşmayı, çıkma memleketten, bizi daha fazla rezil etme Tayyip. Hadi öptüm.

*persona non grata: latince temelli bir terim efendim bu. istenmeyen kişi anlamına geliyor. diyelim x memleketi y memleketiyle kapıştı, genelde x memleketi hemen y memleketinin büyük elçisini "persona non grata" ilan eder. Fenadır, mümkün olan en hızlı şekilde x ülkesini terk etmesi gerekir y büyük elçisinin. bu harekete karşı hamle olarak y ülkesi de hemen x ülkesinin bir adamını persona non grata ilan eder filan, böyle mahalle kavgası gibi bişey. Memlekette ajan filan yakalarlarsa bu ajanı da bu terimden ilan ederler bu arada, illaha öyle savaştır anlaşmazlıktır durumu olmasına da gerek yok yani.

Cihangir kafası


Bir de böyle bir kafa var. Cihangir kafası. Bambaşka bir kafa bu, ilginç bir kafa. Tikky gençler için caddedir, Nişantaşı'dır neyse, bu bohem tayfa için de Cihangir var işte.

Şimdi efendim bu Cihangir evleri pahalı olur. Hem satış değerleri hem kiraları çok yüksektir. Neden böyledir? Evler çok mu geniştir, çok mu kullanışlıdır? Yok efendim, bu mahallede evlerin pahalı olmasının tek boku Cihangir olmasıdır. Tek efektif yanı Taksim'e yakınlığıdır. Ev mobilyaları genellikle ikinci el alınır. "Abi bohem ruh, abi macera" diye sik sok bahaneler üretilir bu ikinci el mobiya durumuna. Ne alakası var, öyle bir depozito ödenmiştirki zaten her yanı dökülen eve, mobilya alcak parası kalmaz gencin. Neyse, dandik bir evde, rahatsız mobilyalarla bir habitat kurulur, sıra hava atmakta.

Eş dost kim varsa hacı ben artık Cihangir'de yaşıyorum ayağı çekelir. Milletten bir vay filan duyulur, neye vay amına koyim? Neyse. Eve milleti doldurup takılmacalar filan gırla gider, ev sahibi olmayanlar için iyidir bu ortamlar. Barlardan filan kız kaldırmak için açılış cümleleri "biliyor musun ben Cihangir'de yaşıyorum" olmaya başlar. Ne iştir bilmem, bizim kız milleti bir yabancıya bir de Cihangirli'ye vermeye bayılır. Prim toplar genç adam.

Sonuç itibarı ile, bohem olalım, şair olalım, ressam olalım diye babadan bol paralı ama alt kültür meraklısı gençlerimiz doldurmuştur an itibarı ile Cihangir'i. Hayır arkadaşım, Cihangir'de yaşayınca sanatçı olunmuyor, zaten sanatçı olanlar Cihangir'e yerleşince öyle bir mahalle oldu orası. Sen oraya yerleşince bir sikim eklemiş olmuyorsun oraya, aksine alıp götürüyorsun Cihangir'den.

Neyse lan banane. Sanki Cihangir'de yaşıyorum anasını satıyım. Niye gerildiysem böyle. Geçen minibüste eve giderken can sıkıntısından düşündüm bunları, yazayım dedim. Zira blogumuzun amacı bu, beynimizi kusacak bir yer olsun di mi ama? Aha dur kız gördüm..... bayan merhaba Cihangir'deki evimde size sıcak şarap ikram edebilir miyim.....

29 Ocak 2009 Perşembe

Bir dönemin daha sonuna geldik...

Eve öyle oldu, dün gece son işimi teslim ettim ve okulda bir dönemi daha devirdik. Ha devirdik ne oldu, bi bok olmadı. Sadece 2 hafta tatilim var, sonra tekrar Sabancı ve ben ateşler geceler yaşamaya devam edicem. Ama işte sevinmem lazımmış gibi geliyor. Hani böyle yıl başlarında da olur ya, eğlenmen lazımmış gibi bir kafa yaratalır, o da garip bir kafa. Onun da kafası garip. Kafa bir kere baştan garip.

Bu sene hiç sikimde olmadı vallahi yeni yıl filan, evde öyle bilgisayarın başında rakı içerek kutladım. FM oynuyordum, Football Manager, millet yeni yıl diye bağırıyordu ben gol diye. Sonra çay içtim, çay sek ağır geldi, viskiyle seyrelttim güzel oldu. Size de tafsiye ederim. Bir de, Topkek BiDolu şahane birşey, yiyin.

27 Ocak 2009 Salı

Simitçi çocukların nasır nasır elleri.....

....deli deli gözleri, gökyüzünün nefesi var ve hatta Türk'ü, Kürt'ü Çerkez'i, Laz'ı, Rum'u, Ermeni'si 70 milleti var. Ulan ne güzel kafan var be Dinar Bandosu. Memleketimin çavdar kokulu saykodelik grubu. Saykodelikdeşik bir kafaları varki hele, 10 numara. Her sabah tok karnına bir posta dinliyorsun, sonra kalkıp iki göbek atıyor, gelip bana rapor veriyorsun. Üşenmiycem dinliycem her sabah attığın göbeciklerin raporlarını. Hadi bakalım, durmak yok, video aşağıda, taktın mı ceketi beline, hah, bas bakalım playe, son ki üç dööört.... Ne YouTube'a mı giremiyorsun, ulan başbakan bile giriyor bir sen kaldın, neyse, sana da tutorialın kralını yazıcam yakında az bekle, üşenmediğim zaman yine gel. Şimdilik ktunnel.com ' a alalım seni, yapıştır oraya şunu: http://www.youtube.com/watch?v=1X__-Zpk

26 Ocak 2009 Pazartesi

Komünist Partieee, hobaa


Yıllardır nette gezen bir geyik iş kendisi, hatta kendisinden çok fena tişört yaptırasım var, bir ara üşenmesem de bir ozalitçiye gidip yaptırsam. Arada ozalitçide tişört yaptırmanın da kafası çok ilginç lan. Bayaa ucuza geliyor, demedi demeyin. Neyse, haydi eller havaya, aman Marx'ım yandan Marx'ım, hoppala Lenin'im oynasana Stalin'im....

Kara gözlü zabıtam, çek git hadi buradan


Gündemi takip ediyor musun sen? Etmiyorsan bence etmelisin, zira gündem önemli bir mevzu. Tamam, okunacak gazetenin, izlenecek haber bülteninin azlığının ben de farkındayım ve fakat, hiç arzu ettin mi memlekette adam gibi bir haber bülteni var mı diye araştırmayı? Etmelisin bence. Zira sırf benim blogu okuyarak nereye kadar a be kızanım? Neyse, orman ne güzel diyor, haberimize geçiyorum:

Sulukuleli Çocuklar Yıkımı Durdurdu!

23 Ocak Cuma günü, Fatih Belediyesi'nden gelen yıkım ekipleri, aylardır Çocuk Merkezi işlevini gören binayı yıkmak üzere bölgeye vardıklarında karşılarında çocukları buldular. Yaşları 4 ile 12 arasında değişen yaklaşık onbeş çocuk, dozerlere rağmen binanın üst katına çıkıp pencerelerden yıkımlara ve belediyeye karşı hep bir ağızdan sloganlar attılar, şarkılar söylediler ve darbukalarını çaldılar.

Çocuklar, atölyede gönüllü abla ve abilerinin bulunamadığı ve dolayısıyla merkezin kapalı oldugu bir anda dozerlerin geldigini duyunca bir kac dakika içinde kendi kendilerine harekete geçtiler… Büyüklerini bile cağirmaya firsat bulamadan veya gerek görmeden birbirlerini hızla haberdar ettiler… Evlerinden , darbukalarını da almayı unutmadan merkeze koşan çocular, hemen binaya girip kendilerini kilitlediler ve belki de dünyanın en ilginc ve türünde bir ilk olan direnişi gerçekletirdiler…

Çocular, darbuka çalıp, şarkı söylerek sloganlar attılar: 'burası Sulukule, burda yıkım yok!', 'Sulukule bizimdir, bizim kalacak!', 'Sulukule buraya, yumruk havaya!'… Nakaratlarıyla büyüdükleri 'Aman Sulukule, Canım Sulukule' adlı şarkıyla coştular…

Haberi duyup olay yerine gelen, Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği başkanı Şükrü Pündük'ün araya girmesiyle zabıta, çocukların binayı işgal etmiş olmasının yıkımı olanaksız hale getirdiğine karar verip mahalleyi terk etti. Ekipler mahalleyi terk ederken çocuklar şarkılar söyleyip darbukalarını çalmaya devam ettiler.

Çocuk Atölyesi 2006'nın mart ayından bu yana, yıkım alanında yaşayan çocuklarla, okuma yazmadan, resim, darbuka kurslarına, sirk çalışmalarından, tiyatro oyunu sahnelemeye kadar çeşitli alanlarda eğitim buluşmaları düzenlemekte olan gönüllü bir oluşum.

Mahalle Derneği, zorunlu yer değiştirme ve yıkıma maruz kalan çocukların travmadan kaçabildikleri, ve manevi destek bulabildikleri tek alan olarak varlık gösteren atölyenin mahalledeki yıkımlar tamamlanana kadar ayakta tutulmasını talep ediyor. Zabıtalar yaklaşık 2 hafta önce de yıkmaya geldilerinde atölyede bulunan gönüllüler duruma itirazlarını dile getirmişler, buna karşılık Fatih Belediyesi talebin yazılı ve resmi bir dilekçe halinde kurumlarına iletilmesi gerektiğini belirtmişlerdi. İmzalı dilekçeyi belediyeye ileten gönüllülerin ve mahalle derneğin çabaları karşısında, belediye söz konusu binanın son ana kadar yıkılmayacağına dair prensip sözü vermişti. Ama belediye, geçtiğimiz Cuma günü, merkeze yine dozerleri gönderek bir kez daha sözünde durmayacağını gasterdi…

Sulukule 2007 yılından bu yana Fatih Belediyesi ve TOKİ işbirliğince hazırlanan dönüşüm projesi kapsamında gerçekleştirilen yıkımlara sahne oluyor. Proje, tarihi Roman mahallesinin ortadan kadırılıp yerine taklit sivil Osmanlı ve Türk mimarisi örneği villalar, bir otel ve bir alışveriş merkezinin de bulunduğu yeni bir alanının inşa edilmesini öngörüyor. Belediyenin projesine karşı çıkan sivil mücadele 2006 yılından bu yana devam ediyor, ancak günümüze değin proje alanındaki 500'ü aşkın binanın yaklaşık 150'si yıkılmış durumda. Yaklaşık 5000 kişi zorunlu yer değiştirmeye maruz kaldı ve kalmaya devam ediyor…

Sulukule Platformu


Direniş be annem! 7den 77ye kurtuluşa kadar savaş. Gidip tek tek ellerini öperim ben bu çocukların, alınlarını da öperim. Muhtemelen "abi napıyorsun lan sen manyadın mı?" derler bana, ama hiç dert etmem bunu. Anlatırım gayet heyecanlı bir şekilde, "kültürünüzü yok etmeye çalışanlara, rant için insanı hiçe sayanlara karşı duruşunuza hayran kaldım, siz benim büyüğümsünüz verin öpeyim o direnen ellerinizi" diye hiç gocunmam söylerim. Direniş ve annem! 7den 77ye kurtuluşa kadar darbuka ve hatta faşizme kayan Mahir Çayan. Hadi gidip direnelim!

Kütürdet beni blogger

Demin bir arkadaşımın blogunda bir girdi gördüm, dedim ben bu girdiye girerim, girip çeşitli münasebetlerde bulunurum, ne bileyim mesela yorum yazarım. Ne o, şaşırdın? Neye mi şaşırdın? Sen daha iyi bilirsin onu yorma beni.

Neyse, asıl konumuza dönelim, şöyleki, ben efendi efendi yorumumu gireyim derken ve evet ben arada sırada efendi efendi yorum girerim, sevgili blogger.com cümle alemi spamden korumak için güvenlik kodu hedesi istedi benden yorumu yayınlayabilmem için. E tamam bunu da anlarım da, ulan bu nasıl bir güvenlik kodudur. Şöyle bir güvenlik kodudur, bakınız: bieriere

Oha be annem. Hayır zaten gece uyumamışım, zihnim helva kıvamında, kodu okuyup yazana kadar helak oldum. Bildiğin tükendim. Fakat olsun, haftalık sporumu da böylece tamamlamış oldum. blogger.com'dan yeni hizmet, boşuna spor salonuna gitmeyin, blogger.com'un güvenlik kodlarını girin. En az 1 trilyon kilo verdiriyormuş bir ayda. Yürü be.

Öde, daha çok öde!


Ey sen bu yazıları okuyan genç insan, devlete ödenen vergi diye bir mevhum var, farkında mısın sen onun? Değilsen bile artık olmaya çok yakınsın. Zira pek sevgili devlet denen katil, senden sömürdüklerini yeterli bulmamış durumda. Üstelik seni daha fazla sömürmek, senden daha çok vergi alabilmek için pek can alıcı bir damarın da farkına varmış. İşte pek sevgili devletimizin yeni vergi kapısı, oku bakalım:

Knight Online'a yasak çevrimiçi oyunlara vergi!

Türkiye’de aylık milyonlarca dolar ciroya ulaşan özellikle yurt dışı kaynaklı internet oyunlarının vergilendirilmesi konusunda yeni bir adım atıldı.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu bünyesindeki Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), binlerce üyesi bulunan online oyun sektörünün vergilendirilmesi için Maliye Bakanlığı’na başvurdu.

Yakın gelecekte en karlı ve eğlenceli sektör haline gelmesi öngörülen online oyun sektörü, tüm ülkelerde genişliyor. Online oyunlar, her ülkeden sayıları binlere ulaşan ücretli üyelerden ilgi görüyor.

Türkiye’de de özellikle yurt dışı kaynaklı online oyunlar 13-20 yaşındaki gençler başta olmak üzere geniş kesimlerin ilgisini çekiyor. Sektördeki büyüme, beraberinde vergi kayıplarını da getiriyor.

Sektörde milyonlarca doların vergilendirilmeden yurt dışına çıkışından rahatsız olan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, online oyun sektörünün yakından izlenmesi ve vergilendirilmesi için ilk girişimini yaptı.

Telekomünikasyon İletişim Başkanı Fethi Şimşek, sektördeki vergi kayıplarının her geçen gün artması nedeniyle önceki gün Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’na başvurduklarını bildirdi.

"İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele edilmesi Hakkında Kanun"un 23 Mayıs 2007’de yürürlüğe girdiğini, bu konudaki "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesine Dair Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik"in de 30 Kasım 2007’den itibaren uygulanmaya başlandığını anımsatan Şimşek, online oyun sektörünü yakından izlediklerini belirtti.

Knight Online

Şimşek, bu çerçevede, Türkiye’de binlerce ücretli üyesi olan K2 Network Inc. şirketine ait "Knight Online" adlı internet oyununun vergilendirilme olmadığı için internet kafelerde oynatılmasının TİB ve İçişleri Bakanlığı’nca yasaklandığını belirtti.

Şirketin, vekilleri aracılığıyla Ankara 4. İdare Mahkemesi’nde açtığı yürütmenin durdurulması işleminin reddine ilişkin mahkeme kararına itirazda bulunduğunu kaydeden Şimşek, itiraz dilekçesinde, söz konusu şirketin "2006 yılı Türkiye cirosunun 3 milyon 842 bin, 2007 Türkiye cirosunun da 8 milyon 958 bin dolara ulaştığı, 2008 yılında ise Türkiye aylık cirosunun 1 milyon doların üzerine çıktığı" bilgisinin yer aldığını belirtti.

Bu tablodan da anlaşıldığı üzere, sektörden kazanılan milyonlarca doların, vergilendirilmeksizin yurt dışına çıktığını vurgulayan Şimşek, Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’ndan konunun vergilendirme boyutunun değerlendirilmesini ve gereğinin yapılmasını istediklerini söyledi. (haber burda bitiyor, ama yok ben görmeden inanmam diyorsan, tık bana, tıkla bana)

Al işte, sen yok efendim Wrath of the Lich King'di filan dı peşinde koşarken, devlet sikerler dedi Lich King'ini de gazabını da. Yamulmuyorsam 12 euro da bir para ödeniyordu bu kerataya aylık, bakalım vergilerden sonra kaç yürrrro olacak kendileri. Şimdiden tüm MMORPG severlere geçmiş olsun

Bir Yann Tiersen vardı, bildin mi?

Hani şu memleketim kızlarının bir dönem idolü haline gelmiş Fransız abla Amélie'nin ve en sevdiğim filmler sıralaması yapsam kesin araya bir yere sıkışmayı hak eden Goodbye Lenin'in müziklerini yapan amca. Güzel amcadır. Bu amca Dominique A diye bir başka amcayla gitmiş Monochrome diye bir şarkı yapmış, gitmişler bir de enfes klip çekmişler üstüne. Aşağıda mevcut, önce izle, sonra teşekkür edersin. Ha dünyanın en baskıcı ve faşist ülkelerinden birindesin ve açamıyor musun YouTube'u, o zaman bir zahmet www.ktunnel.com adresine gidip http://www.youtube.com/watch?v=Do_HpqILPLo yazıver. Hadi yine iyisiniz, arada yapıcam size böyle kıyaklar...

Yeterki işimi yapmayayım

Gittim Hımyım'ın eski bölümlerinden izledim biraz. Her sezondan bir bölüm, eğlendim güldüm filan. Güzel dizi lan. Adamlar çekmiş. Böyle sevdiğim işleri izleyince içimi çok garip bir duygu kaplıyor. Diyorumki elin adamı yapıyor, elin adamı üretiyor, ben burdan bakıyorum kendsine sonra iç geçiriyorum. Vay be diyorum, adam bizi duygudan duyguya sürükledi, mevzudan mevzuya koşturdu.

Yani gerçekten var böyle birşey. Pete and Pete olsun, Six Feet Under olsun ne biliyim işte yukarıda bahsettim, How I Met Your Mother olsun filan. İzledikçe kıskanıyorum hacı... Fark ettimki yaratan adamı kıskanıyorum. Yaratmak, iş çıkartmak çok güzel birşey. İstiyorumki ben de yapabileyim bunları. Ne bileyim istiyorumki bir Six Feet Under'da ben çıkartayım, sonunda nasıl ben hüngür hüngür ağladıysam insanlar benim işimde de ağlasın.

Fakat gel gelelim sonra şunu fark ediyorum, hayatımda yaptığım tek şey, yeterki işimi yapmıyayım da ne yaparsam yapayım kümesinde toplanan şey. Bu hep böyle oldu, Marx okumam gerekmezken Marx okudum, Marx okumam gerektiğinde gittim alakası bile olmayan romanlara başladım filan. Bu tabii sadece bir örnek. Büstün çizmişti, yani parmağımın ucunda tekerlekli sandalye taşımaya bile kasabilirim mevcut olan sorumlu olduğum işimi yapmamak için.

Journal kafasına da aynı sebeple bulaştım. Bildiğin şu an yazmam gereken essayi yazmamak için journal yazıyorum. Ha ama neyi fark ettim, yazdıkça mutlu oluyorum. Dünkü journalı girdiğimde var ya, tey tey, rezmen içimi bir huzur kapladı, resmen böyle bir gönlüm pır pır etti. Sevişsen bu kadar olur.

Onu fark ettim işte, ki ben bunu yıllar önce keşfetmişytim neden unutmuşum üzüldüm. Ya da belki de unutmadım, sadece yukarıda bahsettiğim gibi, sadece kendime iş olarak bellediğim şeyi yapmak yerine gidip başka şeyler yaptım, ne bileyim dağcılığa başladım mesela. Oysa ne güzel roman yazıcam lan diye gaza bile gelmiştim, şarapçı gençliğin hikayesini yazıyordum filan.

Fakat böylesini sevdim, journal kafası bayaa eğlenceli. O eski zamanlardaki yazarken beyin akıtma kafasını yeniden yakaladım. Böyle yazdıkça coşmaca filan, kendinden geçercesine be annem. Yazıcam arada böyle.

Ha bi de, yenilenen "new deviations" geyiği şahane olmuş lan, çok rahat bakılıyo yeni gelen işlere, öyle işte. Hadi bakalım, orman ne güzel.

Journal Kafası

Ya da blog kafası. Geçen deviantART'da gezerkene, dedim bir şeyler yapayım, derken şöyle bir journal oluşturdum, işte o journal blogger deryasına katılmamın sebebidir. Buyrun efendim, okuyun ve sevin o girdiyi, ya da sevmeyin, ben sevdim. Cidden. Neyse:

Bi de bu varmış, madem iş yüklemiyorum überrellas tembeliğim sebebiyle, bari boş konuşayım. En azından bir fasaliteyi daha kullanmış olurum filan. Bi de gidip yatayım artık saat sabahın 8i olmuş. Blogger'da blog da mı tutsam bundan sonra? Hayatım bilinmezliklerle dolu, uf çok gizemliyim. Bi de ben geceleri esen terörüm kafasındaki Dark Wing Duck vardı, ne güzeldi lan o. Ben oyuncak aldığında yanında verilmeyen pillerim diyerek yarım yarım yarmıştı sağolsun. Neyse, hadi yat. Ya da kalk bilmem, ben yatıyorum. (Sun Jan 25, 2009, 9:31 AM)